Esas No: 2014/13433
Karar No: 2014/13433
Karar Tarihi: 13/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
HALUK ÖKTEM BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/13433) |
|
Karar Tarihi: 13/10/2016 |
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
|
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Haluk ÖKTEM |
Vekili |
: |
Av. Mustafa
BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi
nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
6. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan
toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla
çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde İzmir 2. Ana Jet Üs
Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken TSK"nın itibarını sarsacak şekilde
ahlak dışı hareketlerde bulunduğuna dair hakkında yapılan ihbar üzerine idari
tahkikat başlatılmış; bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından
başvurucu hakkında ahlaki durumu nedeniyle "Türk
Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatini
içeren 24/7/2012 tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
9. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
13/8/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay
Başkanının onayına sunulmuş; Genelkurmay Başkanı tarafından da Hava Kuvvetleri
Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine 6/11/2012 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna
dayanılarak başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir.
10. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından
mülakat adı altında çağrılarak 20/6/2012 tarihinde sorguya alındığını, sorgu
esnasında cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında
savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin
kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin
gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin
anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve
baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle
ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu
neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik
kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun
olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun
dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka
aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu
belirterek yürütmenin durdurulması ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî
Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde 10/12/2012 tarihinde dava açmıştır.
11. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin
kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği,
ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra
edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde
zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz
olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir
yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde
hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 26/12/2012 tarihli ara kararı ile
dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında
tesis edilen ayırma işleminin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
14. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan düşünce yazısında,
başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir defa disiplin
cezası ile cezalandırıldığı, sicil ortalamalarının çok iyi seviyede olduğu,
hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı, ayrıca özel hayatının
gizliliği kapsamında kalması gereken ve kendi ifadesinden elde edilen
bilgilerin ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun
disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu
ayırma işleminde ölçülük ilkesinin ihlal edildiği,
dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
15. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014 tarihli ve E.2012/1562,
K.2014/164 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, TSK"nın itibarını
sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulundukları gerekçesiyle İstihbarat
Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında aralarında başvurucunun da
bulunduğu pek çok personelin ifadesine başvurulduğu, 20/6/2012 tarihinde
ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde
anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında ifadesine başvurulan diğer askerî
personelin de anlatımlarında başvurucunun ahlaka aykırı davranışlarına yer
verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıları aktardığı, geçmiş
sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine
karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı, TSK"nın
itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı,
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve
kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca
herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında
disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında başvurucunun
20/6/2012 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da
kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek
üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde
tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya
da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna
dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı
belirtilmiştir.
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/734, K.2014/616 sayılı kararıyla reddedilmiş
ve karar 21/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. 18/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Başvurucu hakkındaki gizlilik dereceli belgelerin
incelenmesinden, Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı koyma
hassasiyetleri çerçevesinde 20/6/2012 tarihinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan”
kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya şimdiye kadarki görev
aşamaları ve kimlerle ikamet ettiği, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp
yaşamadığı, yabancı uyruklu kadınlarla cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı,
yaşamış ise kimlerle nerede ve ne zaman bu tür ilişkiler yaşadığı, İnternet
vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler
olduğu, ilişki yaşadığı kadınların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik
bir girişimde bulunup bulunmadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür.
Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu
kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini
açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu
olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış
olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği
görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
19. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet
sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.
"Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil
belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler
tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi
Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma
işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
20. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma
usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları
gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları,
bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile
anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve
hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye,
kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını
sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
21. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince
başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri,
sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan
kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki
disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını
belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden
sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra,
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat
ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli
gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî
müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir
değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri
alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu
inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar
ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay
Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel
başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına
sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine
sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra
toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri
tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi
astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali
sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil
düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı
Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil
belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi
sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin
birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden
uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve
değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde
sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
22. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
23. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
24. 6/9/1961 tarihli ve
10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri
hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve
yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan,
yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp
kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 13/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
mülakat adı altında çağrılarak manevi baskı altında ifadesinin alındığını,
tutanağa yazılan ifadelerin bir kısmının gerçeğe aykırı olduğunu, aldatma
yöntemiyle özel hayatına ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve bu bilgilerin ayırma işlemine dayanak olarak
gösterildiğini, herhangi bir disiplin cezası bulunmadığı gibi sicil not
ortalamasının iyi seviyede olduğunu ve sekiz kez takdire layık görüldüğünü,
tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini, ayırma işlemine
gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu
değerlendirilmeyerek istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde
edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul edildiğini,
yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle ilgisi olmayan özel hayat alanına
ilişkin ayrıntılar üzerinden tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı nedeniyle
Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 125. maddeleri ile güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yargılamanın
yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına
ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere
dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal iddialarının
niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
29. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
30. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
31. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
32. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
33. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
34. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında
sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin
davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın
gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§ 47, 48).
35. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011; E.1986/24,
K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin Varlığı
36. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma
işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında, özel
yaşamına ait unsurlar temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
37. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
38. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
39. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
40. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
41. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
42. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin 926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61.
maddeleri uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
43. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
44. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat, astın ve üstün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
45. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin; sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların, askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
46. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin korunması
ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî
güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa"nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
47. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, § 42).
48. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
49. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı; öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
50. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata
Türkeri, § 45).
51. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında,
özellikle kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel
hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
52. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
53. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında bireylerin özel hayatlarına
ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki etkilerinin
açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi üzerindeki
etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
54. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
55. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin değerlendirilmesi
sonucunda başvurucunun ahlaki düşüklük içinde olduğuna ilişkin iddialar içeren
bir ihbar alınması üzerine idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda
Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bazı personelin ifadesinin
alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun
20/6/2012 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu
ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının
belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu
hususunun da açıklanmamış olduğu, ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları
yanıtladığı, geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve
cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır.
56. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
57. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014 tarihli ve E.2012/1562,
K.2014/164 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve
ifade alma işlemi sırasında başvurucunun iradesinin fesada uğratıldığı,
yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle
alınmış olduğuna dair somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı gerekçesiyle
anılan iddialar reddedilmiştir. Bahse konu 20/6/2012 tarihli ifadenin disiplin
hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış
olduğu ayrıca ifade edilmiştir.
58. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında, başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal
makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal
ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden
özenli bir yaşam sürmediği ve karşı cinse düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine
yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
59. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek
son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
60. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
61. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki
etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının
gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına
müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği
kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun
geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden
değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya
da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı
ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
62. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
64. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 10.000 TL manevi
tazminat talep etmiştir.
65. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
66. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM Birinci Dairesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.