Esas No: 2014/6180
Karar No: 2014/6180
Karar Tarihi: 13/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
F. T. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/6180) |
|
Karar Tarihi: 13/10/2016 |
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
F. T. |
Vekili |
: |
Av. Yüksel
ÖZYÜKSEL |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/3/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
6. Birinci Bölüm tarafından 29/9/2016 tarihinde yapılan
toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla
çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde İzmir 2. Ana Jet Üs
Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken ahlaki düşüklük içinde olduğuna dair
hakkında idari tahkikat başlatılmış; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
askerî casusluk ve şantaj soruşturmasıyla ilişkili olduğu belirtilen tahkikat
sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında ahlaki durumu
nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde
kalması uygun değildir." ortak kanaatini içeren 24/7/2012
tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
9. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Astsubay Sicil Yönetmeliği) 61.
maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
13/8/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra
Genelkurmay Başkanı"nın onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da
Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun
görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 6/11/2012 tarihli Millî Savunma Bakanı
oluruna dayanılarak 14/11/2012 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği
kesilmiştir.
10. Başvurucu, TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir
disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki
durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, kendisine isnat edilen eylemlerin
meslek yaşantısının dışında gerçekleşen ve suç teşkil etmeyen özel hayatına
ilişkin eylemler olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına
rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük
yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka
aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma
Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde
12/12/2012 tarihinde dava açmıştır.
11. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde,
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
13. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 25/4/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun tahkikata konu eylemleri nazara alındığında
mevcut ahlaki durumuyla artık kamu hizmetini devam ettiremeyecek hâle gelmiş
olduğu, bu nedenle ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve
objektif olarak kullanıldığı, işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığından
davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
14. AYİM Birinci Dairesinin 13/10/2013 tarihli ve E.2013/8,
K.2013/1091 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun cinsel
yaşantısına ilişkin detaylara yer verilmiş ve başvurucunun söz konusu
davranışlarının TSK"nın itibarını sarsacak derecede ahlak dışı hareketler
kapsamında olduğu, mevcut durumu itibarı ile TSK"daki kamu hizmetini devam
ettirmesine olanak kalmadığı, tesis edilen ayırma işleminde idarece takdir
yetkisinin objektif kıstaslara bağlı kalınarak ve kamu yararı amacına yönelik
olarak ölçülü bir şekilde kullanıldığı, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir
yön bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Karara katılmayan iki üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazısında, başvurucuya yönelik iddialarla ilgili
olarak yalnızca 21/6/2012 tarihli ifade tutanağındaki beyanların mevcut olduğu,
bu beyanları doğrulayan ve teyit eden nitelikte başka bir tutanak, bilgi,
ihbar, resim, görüntü, kayıt gibi herhangi bir somut delil, belge ve olgunun
bulunmadığı, bir defaya mahsus olmak üzere gerçekleşen bir olayın tek başına
ayırma işlemi tesisi yönünden ölçülü olmadığı, yaklaşık yedi yıllık meslek
safahatı bulunan başvurucunun disiplin amirlerince sözü edilen yaşantısı
nedeniyle herhangi bir ikaz ya da cezai işleme tabi tutulmamış olduğu,
başvurucunun sicil ve taltif durumu itibarıyla başarılı bir personel olduğu
gözetildiğinde disiplin ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde istihdamını
imkânsız kılacak vahamet düzeyinde olmadığı, bu bağlamda durumunun normal sicil
işleminde değerlendirilmesi gibi orantılı bir yaptırım uygulanması olanağı
varken hakkında tesis edilen ayırma işleminde birey ve kamu yararı dengesi
gözetilmediği, ölçülülük ilkesine uyulmadığı ve takdir yetkisinin objektif
kullanılmadığı, bu nedenlerle dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu şeklinde
değerlendirmelere yer verilmiştir.
16. Başvurucu, anılan karara karşı 23/12/2013 tarihli
dilekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuş; herhangi bir disiplin
soruşturması ya da bir yargılama yapılmaksızın ve ölçülülük yönünden
incelenmeksizin yalnızca özel hayatına ilişkin olan ve alenileşmeyen beyanları
üzerinden hakkında TSK"dan ayırma kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı
olduğunu ileri sürmüştür.
17. Karar düzeltme talebine ilişkin olarak AYİM Başsavcılığı
tarafından sunulan 19/2/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucu hakkındaki
ayırma işlemine temel teşkil eden eylemlerden yalnızca 2007 yılı içinde dul bir
kadınla bir kez yaşandığı anlaşılan cinsel birlikteliğin somut bulgular ile
ortaya konduğu, ayırma işlemine gerekçe yapılan diğer olayların gerçekleştiğine
dair başvurucunun soyut beyanları dışından somut herhangi bir bulgunun
olmadığı, yedi yıllık meslek yaşamında davaya konu davranışlara ilişkin
herhangi bir ikaz ya da cezai işleme tabi tutulmamış başvurucunun sicil notu
ortalamasının çok iyi seviyede olduğu, 2007 yılında yaşanan ve süreklilik arz
etmeyen bir olayın tek başına ayırma işlemi tesis edilmesi yönünden ölçülü
olmadığı, davacının disiplin ve ahlaki durumunun kamu hizmetinde istihdamını
imkânsız kılacak düzeyde olmadığı, kademeli diğer yaptırımların uygulanma
olanağı bulunmasına rağmen ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle birey ve kamu
yararının gözetildiğinin söylenemeyeceği, takdir yetkisinin objektif
kullanılmaması nedeniyle hukuka aykırı olduğu değerlendirilen ayırma işlemine
konu ret kararının kaldırılarak karar düzeltme talebinin kabul edilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
18. Söz konusu karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 25/3/2014
tarihli ve E.2014/339, K.2014/291 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar
9/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
19. 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine
dayanak oluşturan “gizli” ibareli
belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
21. Anayasa Mahkemesine 3/6/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesinden İzmir"de gerçekleştirilen askerî casusluk ve şantaj
soruşturması ile bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım
askerî personel hakkında idari bir tahkikat süreci yürütüldüğü, bu kapsamda
başvurucunun 21/6/2012 tarihinde ifadesinin alındığı görülmüştür. İfade
tutanağının “ifadeyi alan” kısmı
ve ifadenin bir kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından
alınmış olduğu anlaşılamamıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne
kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında
sosyal paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet
vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler
olduğu, bu kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir
girişimlerinin olup olmadığı, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı
hususlarında sorular sorulmuş ve başvurucudan Astsubay B.Y. hakkında
bildiklerini anlatması talep edilmiştir. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı
ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel
birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışında
B.Y., C.A. ve H.Ö. isimli askerî personelin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu
kişilerin kendi cinsel yaşamlarına ilişkin sorulan soruları yanıtladıkları ve
ifadelerinin bir kısmında başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin bazı hususlarda
beyanda bulundukları görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
22. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
23. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
24. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet
sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin
nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve
sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından
yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan
durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi
Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma
işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
25. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlaki durumları
nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik
veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı
Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir
veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı
derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını
sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
26. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller”
kenar başlıklı 61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri,
sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan
kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki
disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını
belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden
sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra,
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat
ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli
gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî
müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme
yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi
veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve
değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve
alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay
Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca
adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup
sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur.
Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi
gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında
gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır.
Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek
görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar
hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik
Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde
yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile
mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar
hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya
Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen
sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel
başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya
Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki
safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi
hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri,
birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler.
Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının
onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile
Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
27. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek
ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen
ahlakî ve mânevi vasıflar
şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve
yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan,
yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp
kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 13/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, 2005 yılında başladığı mesleğinde sicil
ortalamasının çok iyi seviyede gerçekleştiğini ve çok sayıda takdir belgesi ile
taltif edildiğini, hakkında tesis edilen ayırma işleminin yalnızca özel
hayatına ilişkin eylemlere dayandırıldığını, ahlak konusunda herhangi bir
objektif kriter bulunmamasına rağmen bu gerekçeyle ilişiğinin kesildiğini,
hakkında herhangi bir disiplin soruşturması ya da bir yargılama yapılmadan
işlem tesis edilmesi nedeniyle masumiyet karinesine aykırı hareket edildiğini, yalnızca
özel hayatına ilişkin olan ve alenileşmeyen beyanları üzerinden hakkında
TSK"dan ayırma kararı verilmesinin ölçülü olmadığını ve özel hayatının
gizliliğini ihlal ettiğini belirterek tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı
nedeniyle Anayasa’nın 20., 36. ve 38. maddeleri ile güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yargılamanın
yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
30. Başvurucu, mahrem alanına ilişkin bilgiler içeren başvuru
hakkında verilecek kararın yayımlanması söz konusu olabileceğinden kimliğinin
gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına
ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve bu alenileşmemiş
bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal
iddialarının niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
35. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı, sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
36. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
37. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
38. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında
sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin
davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın
gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
39. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı, Sözleşme’nin
8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına
alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu alanda
cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında olduğu
açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin korunması
Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011; E.1986/24,
K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin Varlığı
40. “Disiplinsizlik ve Ahlaki Durum” sebebiyle TSK’dan ayırma
işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri, işlevsel niteliği
haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
42. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
43. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
44. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
45. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
46. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin, 926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60.
ve 61. maddeleri uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
47.Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii.Meşru Amaç
48. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak
bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca
askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve
idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
49. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
50. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa"nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
51. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin, ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve bunlara saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel ve aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli
önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata
Türkeri, § 42).
52. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre demokratik
toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokunmamalı, sınırlamada
öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
53. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. Demokratik toplum
düzeninin gereklerinden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade
etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa
ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
54.Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
55. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş
bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat kavramının
salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal hayat
sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında, özellikle kamu
görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları
açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu
kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi asgari
güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, § 52).
56. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
57. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
58. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
59. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucu hakkında TSK"nın itibarını sarsacak
düzeyde ahlaka aykırı bir yaşam sürdüğü gerekçesine dayanılarak idari tahkikat
başlatıldığı, bu kapsamda Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun
ifadesinin alındığı ve başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak
21/6/2012 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu
ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı belirtilmediği
gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da belirtilmemiş
olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı ve öğrencilik
döneminden başlayarak cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini
imzaladığı anlaşılmıştır.
60. Başvurucu, yalnızca özel hayatına ilişkin olan ve
alenileşmeyen beyanlarına dayanılarak tesis edilen ayırma işleminden önce
ahlaki düşüklük içinde olduğuna ilişkin herhangi bir uyarı almadığı gibi
hakkında herhangi bir disiplin soruşturması ya da bir yargılama yapılmadığını,
isnat edilen eylemlerin bir kısmının gerçek dışı olduğunu, bir kısmının ise
karşılıklı rızaya dayalı olarak ve meslek yaşantısı ile tamamen ilgisiz özel
yaşam eylemlerinden oluştuğunu yargılama sürecinde Mahkemeye sunduğu
dilekçelerde ifade etmiştir.
61. AYİM Birinci Dairesinin 13/10/2013 tarihli ve E.2013/8,
K.2013/1091 sayılı kararında iddialar değerlendirilmiş; kararda, 21/6/2012
tarihli ifade alma işlemi esnasında başvurucu tarafından dile getirilen ve
başvurucuya isnat edilen birtakım eylemlere yer verilmiş ve TSK"nın itibarının
sarsılacağı hususunda yapılan değerlendirmelerin hukuka uygun olduğu, davalı
idare tarafından tesis edilen ayırma işleminde kullanılan takdir yetkisinin
objektif sınırlar içinde kaldığı belirtilerek iptal talebi reddedilmiştir.
62. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin, belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında, başvurucunun mesleki hayatını değil,
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil, daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda, ahlaki yönden özenli bir
yaşam sürmediği ileri sürülen başvurucunun bu eylemlerinden haberdar olan idare
tarafından disiplin hukuku açısından bir değerlendirme yapılabileceği
belirtilmiş ve yargı kararlarının gerekçelerinde başvurucunun taşıdığı asker
sıfatına vurgu yapılmış ise de somut başvuruya konu eylem ve davranışların
başvurucunun mahremiyet alanında cereyan eden ve rızası ile alenileştirildiğine
dair bir bulgu bulunmayan özel yaşam eylemlerine ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
63. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
64. AYİM kararında başvurucunun ifadesinin alındığı koşulların
detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel hayatının en mahrem yönünü
oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren tüm detaylarıyla
anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı görülmektedir. AYİM
tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen hususlar dayanak
alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı açılan davanın
reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında başvurucunun özel
hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı üzerindeki etkilerine
dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı gibi anılan eylemlerin
TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de detaylı şekilde
açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen delillerin hukuka
aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar hakkında bir
araştırma yapılmadığı görülmüştür.
65. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki
etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının
gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına
müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği
kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun
geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden
değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya
da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı
ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
66. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
68. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 100.000 TL manevi
tazminat talep etmiştir.
69. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.