Esas No: 2014/12777
Karar No: 2014/12777
Karar Tarihi: 13/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
ERHUN ÖKSÜZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/12777) |
|
Karar Tarihi: 13/10/2016 |
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
|
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Erhun ÖKSÜZ |
Vekili |
: |
Av. Mustafa
BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek uzman erbaş
sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/8/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/3/2016
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
6. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016
tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden
verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul
tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen
bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 2008 yılında sözleşmeli uzman erbaş statüsünde
görev yapmak üzere sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve
başlamıştır. Başvurucu tarafından imzalanan 11/1/2010
tarihli son sözleşme ile görev süresi üç yıl uzatılmıştır.
9. Hava Kuvvetleri Komutanlığına 28/10/2012
tarihli ihbar içerikli bir e-posta gönderilmiş ve e-posta ekinde başvurucuya
ait olduğu ileri sürülen cinsel içerikli fotoğraflara ve video kayıtlarına yer
verilmiştir.
10. Hakkında yapılan idari tahkikat sonucunda başvurucunun Türk
Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde
bulunduğu, TSK"daki görevine yabancılaştığı, kamu hizmetini verimli bir şekilde
yürütmekten uzaklaştığı ve Kurum bünyesinde artık tutulmasında kamu yararı
bulunmadığı değerlendirilerek Hava Kuvvetleri Komutanının 23/11/2012
tarihli onayıyla sözleşmesi feshedilmiştir.
11. Başvurucu, 2012 yılının Kasım ayı içinde istihbarat
birimindeki görevliler tarafından mülakat adı altında çağrılarak sorguya
alındığını, sorguda kendisine ait mahrem fotoğraflar gösterilerek cinsel
yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması
alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik
kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini,
yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını,
sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında
tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi
olmayan, tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu
neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik
kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun
olduğunu, masumiyet karinesinin esas alınmadığını, hiçbir disiplin cezasının
bulunmaması ve takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu
durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden
hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı
olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması, ayırma işleminin iptali ve yoksun
kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Millî
Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde 9/1/2013 tarihinde dava açmıştır.
12. Davalı idare tarafından sunulan
savunma dilekçesinde, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış, kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972
tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi
kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler
gönderilmiştir.
14. AYİM Birinci Dairesinin 22/1/2013
tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde
başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi
güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
15. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun ahlaki düşüklük içinde
olduğu yönündeki kabulün bazı kadınlarla çekilmiş fotoğrafların ve İnternet
üzerinden yapılan cinsel içerikli görüşmelere ilişkin görüntülerin imzasız bir
e-posta ile komuta kademesine ulaştırılmış olmasına dayandırıldığını, bu
görüntüler incelendiğinde başvurucunun farklı kadınlarla çekilmiş
fotoğraflarında ayırma işlemini gerektirecek vahamet derecesinde bir durumun
bulunmadığını, söz konusu görüntülerin tek başına ayırma işlemi tesis edilmesini
hukuka uygun hâle getirmeye yeterli olmadığını, görüntülerin bir kısmının
imzasız e-posta gönderen kişi tarafından rızası hilafına başvurucunun hakimiyet alanında ele geçirilen kişisel veri mahiyetinde
olduğunu, görüntü içeriklerinin özel hayatın dokunulmazlık sahası içinde
kaldığı hususunda duraksama bulunmadığını, bu nitelikteki bilgilerin disiplin
cezalarının en ağırı olan sözleşmenin feshedilmesi işlemine dayanak olarak
kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, ayrıca meslek yaşamı boyunca sicil
ve başarı performansı oldukça yüksek olan başvurucunun söz konusu görüntülere
itibar edilerek hiçbir ikazda bulunulmaksızın derhal statüden çıkarılmasının
fesih işlemini hukuka aykırı hâle getirdiğini, disiplin ve sicil durumu
gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülülük
ilkesinin ihlal edildiğini ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu
belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce
bildirmiştir.
16. AYİM Birinci Dairesinin 11/2/2014
tarihli ve E.2013/82, K.2014/154 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir.
Kararda, İnternet vasıtasıyla ya da yüz yüze tanıştığı birçok kadınla cinsel
birliktelikler yaşadığı, bu birlikteliklerini kayda aldığı, İnternet üzerinden
yaptığı görüntülü sohbetlerde cinsel davranışlar sergilediği, mesleki sicili ve
disiplin durumu olumlu olmasına rağmen mevzuatın aradığı anlamda "iyi
ahlak sahibi olmak" vasfını taşımadığı, TSK"nın itibarını zedeleyecek
tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, sözleşmenin feshedilmesi
işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre
kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği
belirtilmiş; ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa
dahi kamu personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği
vurgulanmıştır. Bunun yanında, başvurucunun 14/11/2012
tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması
kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari
tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen
ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin
hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya
kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir.
17. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/736, K.2014/617
sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
18. 6/8/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunulmuştur.
19. Anayasa Mahkemesine sunulan “gizli”
ibareli belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca 14/11/2012 tarihinde
istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan”
kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya, İnternet vasıtasıyla veya
yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, ilişki
yaşadığı kadınların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde
bulunup bulunmadığı ve kendisine gösterilen görüntülerdeki şahsın kim olduğu,
görüntülerin nerede ve kim tarafından kayıt altına alındığı hususlarının
sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle
birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı
ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Başvurucu
ayrıca bu konuda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma
kapsamında mağdur sıfatıyla ifade verdiğini beyan etmiştir.
B. İlgili Hukuk
20. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının
ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi
kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
21. 211 sayılı Kanun’un 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve
himayesi altında bulundurur…”
22. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat,
hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını
hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım,
intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak,
sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
23. 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı
Uzman Erbaş Kanunu’nun “Tanımlar”
kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda geçen deyimlerden;
a) Uzman Çavuş: En az lise veya dengi okul
mezunu çavuşlar veya en az ilköğretim okulu mezunu olup, muvazzaflık hizmetini
çavuş rütbesi ile tamamlayanlardan, muvazzaflık hizmetini müteakip Türk Silâhlı Kuvvetlerinin devamlılık arz eden teknik ve kritik
görev yerlerinde veya çavuş kadro görev yerlerinde, bu Kanun esaslarına göre
istihdam edilenler ile yönetmelikte belirtilen esaslara göre uzman onbaşılıktan
uzman çavuşluğa geçirilenleri,
b) Uzman Onbaşı: En az ilköğretim okulu veya dengi okul mezunu olup,
muvazzaflık hizmetini müteakip, Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin devamlılık arz eden teknik ve kritik uzmanlık görev yerlerinde
istihdam edilenleri,
c) Uzman Erbaş: Bu Kanun hükümlerine göre istihdam edilen uzman çavuş
ve uzman onbaşıları,
İfade eder.”
24. 3269 sayılı Kanun’un “Hizmet
süresi” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Uzman erbaşlar; iki yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla
sözleşme yaparak göreve başlar ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile
ilgilendirilirler. Bunlardan;
a) İstihdam edildikleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili sağlık nitelikleri uygun olanların,
b) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamında malul olanlardan istekleri, bilgi ve tecrübelerinin
sınıfı için faydalı olması ve fiziki noksanlıklarını kapatabilmesi şartıyla
mensup olduğu kuvvet komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil
Güvenlik Komutanlığı ile Genelkurmay Başkanlığınca uygun görülenlerden,
istihdam edilecekleri kadronun sağlık niteliklerini taşıyanların, müteakip
sözleşmeleri, bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla azami kırkbeş yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir.
...”
25. 3269 sayılı Kanun’un
“Başarı Gösteremeyenler ve Ceza Alanlar” kenar başlıklı 12.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile
ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden
kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği
anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte
er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade
edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte
düzenlenir.
...”
26. 20/9/2005 tarihli ve 25942 sayılı
Resmî Gazete"de yayımlanan Uzman Erbaş
Yönetmeliği"nin "Görevde başarısız olma,
kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi
sebepleri" kenar başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Görevde başarısız olanlar ile
kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam
edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği
değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı
derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile
kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha
uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri
ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta
sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar yedekte er
kaynağına alınır.""
27. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı
Resmî Gazete"de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Yönetmeliği"nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
""Asker,
kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve
kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar
şunlardır:
...
(h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve
lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan
ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan,
hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker.
...""
28. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı
Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı 5. maddesinin (a) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına
ilişkin görevleri şunlardır:
a) Kendi konularında;
1. Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı
oluşturmak,
2. MİT tarafından istenecek haber ve
istihbaratı elde etmek,
3. İstihbarata karşı koymak.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 13/10/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından mülakat adı altında çağrıldığını, herhangi bir disiplin cezası
tehdidi olmayacağına dair güvence verilerek manevi baskı altında ve tutanağa
gerçek dışı beyanlar aktarılarak ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel
hayatına ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye
çalışıldığını ve bu bilgilerin ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini,
herhangi bir disiplin cezası bulunmadığı gibi sicil not ortalamasının iyi
seviyede olduğunu ve beş kez takdire layık görüldüğünü, tesis edilen işlemde
ölçülülük ilkesinin ve masumiyet karinesinin gözetilmediğini, ayırma işlemine
gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu
değerlendirilmeyerek istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde
edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini, yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle ilgisi olmayan özel
hayat alanına ilişkin ayrıntılar üzerinden tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı
nedeniyle Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 125. maddeleri
ile güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin
tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özel
hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği ve bu
bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edildiği şikâyetinin
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün
müdahalelerden uzak kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna
işaret etse de diğer taraftan özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını
istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına
indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir
sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına almaktadır (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
35. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması,
bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
36. Bu yönüyle özel hayat öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
37. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
38. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında
sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin
davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın
gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
39. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011;
E.1986/24, K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin
Varlığı
40. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma
işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma (sözleşmenin
feshedilmesi) kararının başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir
müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 20. maddesinde özel
hayatın gizliliği hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan
birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunmakta ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
42. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
43. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede, yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
44. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
45. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
46. Başvurucunun uzman erbaş sözleşmesinin feshedilmesi
işleminin 3269 sayılı Kanun"un 12. maddesi ile Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13.
maddesi temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. AYİM kararının söz konusu Kanun
hükümlerine dayandığı anlaşıldığından belirtilen yargısal kararların yeterli
bir hukuki temele sahip olduğu görülmektedir.
47. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
48. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde çalışmasını
sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis
edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin
cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği
gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir. Disiplin
cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların hiyerarşik
düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211 sayılı
Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir
itaat, astın ve üstün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca
askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve
idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı düzenlenmiştir.
49. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §
41).
50. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa"nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
51. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, § 42).
52. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokunmamalı,
sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık
bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
53. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
54. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
55. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
56. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
57. Tesis edilen disiplin işlemlerinde
ve bu işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında,
bireylerin özel hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları
üzerindeki etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların
işleyişi üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu
hususlardaki değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle
desteklenmesi ayrıca tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki
sicilleri ve başarı durumları dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi
gerekir.
58. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve
K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
59. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucu hakkında bazı iddialar içeren isimsiz bir
e-posta alınması üzerine idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda
Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ifadesinin alındığı ve başvurucunun
cinsel hayatına dair hususların esas olarak 14/11/2012
tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade
metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı belirtilmediği gibi
hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da belirtilmemiş
olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı, birlikte
olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte flört veya cinsel birliktelik yaşadığı
ilişkileri açıkladığı ve cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini
imzaladığı anlaşılmıştır.
60. Başvurucu, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası
tehdidi olmayacağına dair güvence verilerek manevi baskı altında ve yanıltıcı
beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatıyla ilgili
bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve özel
hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı gerekçelerle hakkında ayırma
işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
61. AYİM Birinci Dairesinin 11/2/2014
tarihli ve E.2013/82, K.2014/154 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları
değerlendirilmiş ve ifade alma işlemi sırasında başvurucunun iradesinin fesada
uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem
ve usullerle alınmış olduğuna dair somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı
gerekçesiyle anılan iddialar reddedilmiştir. Ayrıca, bahse konu 14/11/2012 tarihli ifadenin disiplin hukuku çerçevesinde
değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ifade
edilmiştir.
62. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular
dikkate alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil özel hayatını
ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı görülmektedir. Bu
kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla değil daha çok
mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı mesleki
hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve
yargısal makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da
sosyal ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki
yönden özenli bir yaşam sürmediği ve karşı cinse düşkünlüğünün bulunduğu
tespitlerine yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı,
sonuç olarak başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen
davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına
dâhil özel yaşam eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
63. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
64. AYİM kararında da başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme
kararında başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki
hayatı üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya
konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK"nın işleyişi üzerindeki etkisi ve
risklerinin de detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak
kabul edilen delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri
sürülen iddialar hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
65. Bu durumda muhakeme sırasında açık
ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte
olduğu anlaşılan başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir
gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların
mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına
gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin
etkili güvencelerden başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM
kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve
yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma
işleminin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak
ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel
yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil
bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu
hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
66. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin “Kararlar” kenar
başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
68. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılması ile lehine 10.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
69. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.