Esas No: 2014/12428
Karar No: 2014/12428
Karar Tarihi: 13/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
E. G. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/12428) |
|
Karar Tarihi: 13/10/2016 |
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
E. G. |
Vekili |
: |
Av. Gültekin ÖZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ahlaki durum gerekçe gösterilerek subay
sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının,
yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ve karar düzeltme talebinin kararı veren
Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/7/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
6. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016
tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden
verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul
tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 2009 yılında sözleşmeli subay statüsünde görev
yapmak üzere dokuz yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında
göreve başlamıştır.
9. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderilen 13/2/2012
tarihli ve "Ahlaksız bir Hava
Kuvvetleri personeli hakkında" konu başlıklı ihbar içerikli
isimsiz ve imzasız bir e-posta ile başvurucunun karşı cinse aşırı zafiyeti
olduğu iddia edilmiş ve e-posta ekinde İnternet ortamında kamera kullanılarak
elde edilmiş başvurucuya ait olduğu ileri sürülen çıplak görüntülere yer
verilmiştir.
10. Başvurucu hakkında yapılan idari tahkikat sonucunda Türk
Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde
bulunduğu hususu gözetilerek sıralı sicil üstleri tarafından 13/8/2012
tarihinde “TSK"da kalması uygun değildir.”
sicili tanzim edilmiştir.
11. Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyon
tarafından başvurucunun durumu 15/11/2012 tarihinde
görüşülmüş ve TSK"nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde
bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının komutan
tasvibine sunulmasına karar verilmiştir. Anılan karar 16/11/2012
tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından tasvip gördükten sonra Millî
Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 13/2/2013
tarihli ve 2013/90 sayılı üçlü kararname ile subay sözleşmesinin feshedilmesi
suretiyle ayırma işlemi tamamlanmıştır.
12. Başvurucu, 2012 yılının Mart ayı içinde istihbarat
birimindeki görevliler tarafından sorguya alındığını, sorguda ev ortamında
çıplak şekilde çekilmiş fotoğrafları gösterilerek cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı
sorular sorulduğunu, ayrıca uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı,
başkalarının görüntülerini kaydedip kaydetmediği ve işyerinde bilgisayar ve
telefon kullanıp kullanmadığı hususlarında sorgulandığını, sorgulanmasından
sonraki bir tarihte işyerinde telefon kullandığı gerekçesiyle göz hapsi
disiplin cezasıyla cezalandırılmış ise de itiraz üzerine bu cezanın
kaldırıldığını; ancak, sonrasında davalı idarece hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında
herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam
biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin
mevzuata aykırı olarak aldatıcı ve yorucu biçimde yapıldığını, hukuka aykırı
usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin
mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak
kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz
ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, üç yıllık görevinde on üç takdir belgesi
ile taltif edilmesine rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen
ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç
unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması,
ayırma işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle
birlikte ödenmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 24/4/2013
tarihinde dava açmıştır.
13. Davalı idare tarafından sunulan
savunma dilekçesinde, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış, kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972
tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi
kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler
gönderilmiştir.
15. AYİM Birinci Dairesinin 7/5/2013
tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde
başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi
güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi
reddedilmiştir.
16. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun dava
konusu işlem tesis edilene kadar geçen meslek yaşamında sicil notu
ortalamasının çok iyi seviyede olduğunu, herhangi bir disiplin cezası almadığı
gibi on üç kez takdire layık görüldüğünü, ödül, sicil ve disiplin durumu
itibarıyla ayırma işlemine haklı bir sebep bulunmadığını, ayrıca başvurucunun
kendi ifadesinden elde edilen ve özel hayatının gizliliği kapsamında kalması
gereken bilgilerin ve hukuka aykırı biçimde elde edilen görüntülerin hakkında
tesis edilen işleme esas alınamayacağını, disiplin ve sicil durumu gözetilmeden
ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülülük ilkesinin
ihlal edildiğini ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek
ayırma işleminin iptali ile yoksun kalınan özlük haklarının yasal faiziyle
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir.
17. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014
tarihli ve E.2013/538, K.2014/159 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir.
Kararda başvurucunun karşı cinse aşırı düşkün olduğu, İnternet vasıtasıyla
cinsel davranışlarda bulunduğu, birlikteliklerini çevresine anlatarak özel
hayatına dikkat etmediği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı
bir personel portresi çizmesine karşın 6/9/1961
tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği"nin 86. maddesinin aradığı
anlamda "iyi ahlak sahibi olmak" vasfını taşımadığı, TSK"nın
itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı,
sözleşmenin feshedilmesi işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre
kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği
belirtilmiş; ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kararda ayrıca, herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu
personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun
yanında, başvurucunun 22/3/2012 tarihli ifadesinin bir
suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin
hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış
olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin
fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak
yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir
bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir.
18. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/737, K.2014/612
sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 1/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. 31/7/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunulmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin 5/5/2016 tarihli yazısı ile, yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun
sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi
istenmiştir.
21. Anayasa Mahkemesine sunulan söz konusu belgelerin
incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca 22/3/2012 tarihinde istihbarata karşı koyma
hassasiyetleri çerçevesinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargahında
başvurucunun ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. İfade tutanağının “ifadeyi alan” kısmı ve ifadenin bir kısmı
karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
anlaşılamamıştır. Söz konusu ifade alma işleminde
başvurucuya, nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet
ortamında sosyal paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu,
İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının
kimler olduğu, bu kadınlardan asker olduğunu ve görevini bilenlerin olup
olmadığı, bu kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir
girişimlerinin olup olmadığı, cinsel ilişki yaşamaları için evinin anahtarını
personele verip vermediği, mesaiye cep telefonu veya dizüstü bilgisayar getirip
getirmediği, herhangi bir ticari faaliyette bulunup bulunmadığı ve son olarak
kendisine gösterilen görüntülerdeki şahsın kim olduğu, görüntülerin nerede ve
kim tarafından kayıt altına alındığı hususlarında sorular sorulmuştur. Başvurucunun
anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin
olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade
metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının
ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi
kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
23. 211 sayılı Kanun’un 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve
himayesi altında bulundurur…”
24. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın
yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat,
hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını
hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım,
intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak,
sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
.
25. 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar
Hakkında Kanun’un “Tanımlar”
kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun’da geçen
...
e) Sözleşmeli subay : Bu Kanunda öngörülen
esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak subay nasbedilen
teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbelerini haiz subayları,
…
ifade
eder.”
26. 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme
süreleri” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Sözleşmeli subay adayları ön sözleşme yapılarak askerî eğitime
alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen
şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler teğmen rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri üç yıldan az ve dokuz
yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine
bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre
yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların
talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli subaylardan
rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun
hükümleri uygulanır.
Sözleşme süreleri; terörle mücadele sırasında veya bu görevlerden
dolayı alıkonulma ya da kaybolma hâli ve sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya
silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları,
Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum
üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe
bakılmaksızın uzatılabilir.
Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı
ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.”
27. 4678 sayılı Kanun’un
“Sözleşmenin idarece fesih hâlleri” kenar başlıklı 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki
nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:
…
b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat
raporu ile anlaşılmak.
…”
28. 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik”
kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile
sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları,
alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli
ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme
süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden
istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin
uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve
süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde
görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük
münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya
astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme
yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve
şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine
yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile
diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde
Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir
yönetmelikte gösterilir.”
29. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği"nin 86.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için
yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
...
(h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve
lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan
ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan,
hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker.
...""
30. 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı
Resmî Gazete"de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve
Astsubay Yönetmeliği’nin "Sözleşmenin
Feshi" kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki
nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:
...
b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat
raporu ile anlaşılmak.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 13/10/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu;
i. Hava Kuvvetleri Komutanlığı
İstihbarat Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi
olmayacağına dair güvence verilerek manevi baskı altında ve yanıltıcı
beyanlarla sahip olduğu yasal hakları hatırlatılmadan ifadesinin alındığını, bu
ifadenin okutulmadan imzalatıldığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına ilişkin
bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve bu
bilgilerin ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini, herhangi bir disiplin
cezası bulunmadığı gibi sicil not ortalamasının çok iyi seviyede olduğunu ve on
üç kez takdire layık görüldüğünü, tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin
gözetilmediğini, yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle ilgisi olmayan
özel hayat alanına ilişkin detaylar üzerinden tesis edilen haksız ayırma işlemi
nedeniyle mali haklardan yoksun kaldığını, ayırma işlemine gerekçe olarak
gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu
değerlendirilmeyerek istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde
edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini,
ii. AYİM"de hâkim sınıfından olmayan
subay üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma
şartının gerçekleşmediğini,
iii. Karar düzeltme talebinin kararı veren Dairece incelenmesi
nedeniyle iki dereceli olarak yargılanmadığını ileri sürmüş; tesis edilen idari
işlem ve AYİM kararı nedeniyle Anayasa’nın 2., 20.,
22., 35., 36., 38., 40. ve 138. maddeleri ile güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini belirterek ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve
lehine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
33. Başvurucu mahrem alanına ilişkin bilgiler içeren başvuru
hakkında verilecek kararın yayımlanması söz konusu olabileceğinden kimliğinin
gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun,
özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği
ve bu bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edildiği şikâyetinin
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı;
kuruluşu ve yapısal sorunları nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
olmayan AYİM"de yargılandığı şikâyetinin Anayasa’nın
36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı; AYİM Birinci
Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı daire
tarafından karara bağlanması şikâyetinin ise iki dereceli yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. AYİM"in Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
35. Başvurucu, AYİM"de hâkim
sınıfından olmayan subay üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir
mahkemede yargılanma şartının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
36. AYİM"in bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme olmadığı iddiaları, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesince bu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir
(Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 29; Ş.Ç., B. No: 2012/1061,
21/11/2013, § 26; Salih Karakoç,
2013/2954, 19/12/2013, § 49). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. İki
Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen karar
hakkındaki düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle
iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
39. Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün
2. maddesinde cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmış ise de
başvuru konusu edilen sürecin ceza yargılamasına ilişkin olmadığı açıktır.
40. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM nezdinde
iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014, §§ 42-45).
41. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddiasının Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Özel
Hayatın Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına
bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere
bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası
aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
44. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün
müdahalelerden uzak kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna
işaret etse de diğer taraftan özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını
istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına
indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir
sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına almaktadır (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
45. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
46. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
47. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
48. Bununla birlikte Sözleşme"nin denetim organlarının
içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının
özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı
anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına
indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle
uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Ancak
özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel içerikli eylem ve
davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, § 35). AİHM, mesleki
hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun
doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları
gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış
bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010,
§§ 47, 48).
49. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011;
E.1986/24, K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin
Varlığı
50. “Ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi
tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma
kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte
özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin en
önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar
gerekçe gösterilerek verilen ayırma (sözleşmenin feshedilmesi) kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel
hayatın gizliliği hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı
anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
52. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
53. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
54. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
55. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
56. Başvurucunun subay sözleşmesinin feshedilmesi işleminin 4678
sayılı Kanun"un 13. maddesi ile Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin
15. maddesi temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. AYİM kararının söz konusu Kanun
hükümlerine dayandığı anlaşıldığından belirtilen yargısal kararların yeterli
bir hukuki temele sahip olduğu görülmektedir.
57. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
58. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat, astın ve üstün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
59. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §
41).
60. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa"nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
61. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, § 42).
62. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokulmamalı, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile
sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla
ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin
kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
63. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
64. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup
koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, §
45).
65. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
66. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda
takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara yönelik
müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
67. Tesis edilen disiplin işlemlerinde
ve bu işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında,
bireylerin özel hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları
üzerindeki etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların
işleyişi üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu
hususlardaki değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle
desteklenmesi, ayrıca tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki
sicilleri ve başarı durumları dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi
gerekir.
68. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve
K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
69. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda, başvurucu hakkında bir kısım iddialar içeren
isimsiz bir e-posta alınması üzerine idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür.
Bu kapsamda Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ifadesinin alındığı ve
başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak 22/3/2012
tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade
metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı belirtilmediği gibi
hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da belirtilmemiş
olduğu; ancak, başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı ve
öğrencilik döneminden başlayarak cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade
metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
70. Başvurucu, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası
tehdidi olmayacağına güvence verilerek manevi baskı altında ve yanıltıcı
beyanlarla, sahip olduğu yasal hakları hatırlatılmadan ifadesinin alındığını,
bu ifadenin okunmadan imzalatıldığını, aldatma yöntemiyle özel hayatıyla ilgili
bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve hakkında
ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
71. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014
tarihli ve E.2013/538, K.2014/159 sayılı kararında başvurucunun söz konusu
iddiaları değerlendirilmiş ve ifade alma işlemi sırasında başvurucunun
iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı
şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair somut bir bilgi, belge
ve kanıt bulunmadığı gerekçesiyle anılan iddialar reddedilmiştir. Ayrıca, bahse
konu 22/3/2012 tarihli ifadenin disiplin hukuku
çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu
ifade edilmiştir.
72. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin, belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında, başvurucunun mesleki hayatını değil,
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda, idarenin
ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya
da sosyal ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki
yönden özenli bir yaşam sürmediği ve karşı cinse düşkünlüğünün bulunduğu
tespitlerine yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı,
sonuç olarak başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen
davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına
dâhil özel yaşam eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
73. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya
da istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
74. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme
kararında başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki
hayatı üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya
konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin
de detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
75. Bu durumda muhakeme sırasında açık
ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte
olduğu anlaşılan başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir
gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların
mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına
gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin
etkili güvencelerden başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM
kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve
yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma
işleminin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak
ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel
yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil
bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu
hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
76. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin “Kararlar” kenar
başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
78. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılması ile lehine 35.194 TL maddi ve manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
79. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından kaynaklandığı
ileri sürülen nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.