Esas No: 2014/15792
Karar No: 2014/15792
Karar Tarihi: 13/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
K. Ü. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/15792) |
|
Karar Tarihi: 13/10/2016 |
R.G. Tarih ve Sayı: 2/11/2016 -
29876 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
K. Ü. |
Vekili |
: |
Av. Cihan
KOÇ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 9/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
6. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan
toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken
ahlaki düşüklük içinde olduğuna dair hakkında yapılan ihbar üzerine idari
tahkikat başlatılmış bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından
31/10/2012 tarihinde, ahlaki durumu nedeniyle "Türk
Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatli
ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
9. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Astsubay Sicil Yönetmeliği) 61.
maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve 25/1/2013 tarihli kararı ile başvurucu
hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar verilmiştir. Anılan karar 28/1/2013
tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay
Başkanı"nın onayına sunulmuş; Genelkurmay Başkanı tarafından da 1/2/2013
tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının
uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 15/2/2013 tarihli Millî Savunma
Bakanı oluruna dayanılarak 25/2/2013 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği
kesilmiştir.
10. Başvurucu, TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir
disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki
durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, tesis edilen ayırma işleminin hukuka
aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptal
edilmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 9/4/2013 tarihinde dava açmıştır.
11. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 30/4/2013 tarihli ara kararı ile
dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında
tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
14. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan düşünce yazısında,
bekar olan başvurucunun arkadaşlık ettiği kadınlarla yaşadığı mahrem ilişkilere
ait görüntüleri bilgisayarında muhafaza ettiği, bu kadınlardan maddi menfaat
temin ederek alacak-borç ilişkileri içine girdiği, başvurucunun görev yaptığı
birlik komutanlığına müracaatta bulunan bir kadın tarafından kendisine ait
paranın ve maddi değeri olan eşyaların başvurucu tarafından alındığı ancak iade
edilmediği hususunda şikâyette bulunulduğu, başvurucunun suç duyurusunda
bulunması üzerine açılan kamu davasında söz konusu kadın hakkında şantaj suçunu
işlediği iddiasıyla mahkûmiyet hükmü kurulduğu, bu suretle başvurucunun özel
hayatına ilişkin hususların aleniyet kazandığı, durumun birlik komutanları
tarafından tespiti üzerine başlatılan idari tahkikat sonucunda başvurucunun
asker kişi olmanın gerektirdiği ahlaki seviyeye ulaşamadığı kabul edilerek
statüden çıkarılması yoluna gidildiği, başvurucunun yaşayış şeklinin ve karşı
cinsle alenileşmiş ilişkilerinin TSK"nın itibarını sarsacak dereceye ulaştığı,
bu nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve
objektif olarak kullanıldığı ve işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığından
davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
15. AYİM Birinci Dairesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2013/493,
K.2014/280 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun cinsel
birlikteliklerine ilişkin detaylara yer verilmiş ve TSK"nın itibarını
zedeleyecek ahlak dışı tavır ve davranışlar nedeniyle tesis edilen ayırma
işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu
yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca,
başvurucunun mesleki sicili ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel
portresi çizmesine karşın mevzuatın aradığı anlamda "iyi ahlak sahibi
olmak" vasfını taşımadığı vurgulanmıştır.
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 9/9/2014 tarihli ve E.2014/976, K.2014/959 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 27/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. 9/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Başvuru dosyasına sunulan “gizli”
ibareli belgelerin incelenmesinden, ahlak dışı bir yaşam sürdüğü
iddiasıyla başvurucu hakkında ihbar mektubu gönderildiği, ihbar mektubu ile
birlikte gönderilen CD"de yer alan görüntülerin başvurucuya ait olduğunun ileri
sürüldüğü, bazı cinsel birlikteliklerini kayıt altına alan başvurucunun bu
kayıtları kendisine karşı kullanan bir kadın hakkında suç duyurusunda bulunduğu
ve bir dönem birliktelik yaşadığı söz konusu kadının şantaj suçundan yargılandığı,
yargılama neticesinde bu kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
hükmedildiği, başvurucunun birliktelik yaşadığı kadınlardan maddi menfaat temin
ettiği iddiasıyla birlik komutanlığına yansıyan birtakım olayların yaşandığı,
bu hususta başvurucu hakkında şikâyette bulunulduğu ve hakkındaki iddialarla
ilgili olarak başvurucunun ifadesinin alındığı anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
19. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi
kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
20. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın
yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat,
hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını
hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım,
intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak,
sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
21. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet
sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin
nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve
sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından
yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan
durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay
Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek
Askerî Şura kararı ile yapılır.”
22. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları
nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları
gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları,
bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile
anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye,
kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını
sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
23. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum
nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller”
kenar başlıklı 61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri,
sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan
kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki
disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını
belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden
sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra,
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat
ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli
gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî
müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme
yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi
veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve
değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve
alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay
Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca
adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup
sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur.
Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi
gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında
gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır.
Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek
görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar
hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik
Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali
sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil
düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel
Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil
belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi
sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin
birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden
uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve
değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde
sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
24. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek
ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen
ahlakî ve mânevi vasıflar
şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve
lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan
ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan,
hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 13/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, 2003 yılında başladığı mesleğinde sicil
ortalamasının çok iyi seviyede gerçekleştiğini ve çok sayıda takdir belgesi ile
taltif edildiğini, hakkında tesis edilen ayırma işleminin hukuka aykırı bir
şekilde elde edilmiş özel hayatına ilişkin yasak delillere dayandırıldığını,
birliktelik yaşadığı kadınlardan menfaat temin ettiği iddiasının gerçek dışı
olduğunu, bu husus mahkeme kararı ile tespit edilmesine rağmen AYİM"de yürütülen yargılamada dikkate alınmadığını, ahlak
konusunda herhangi bir objektif kriter bulunmamasına rağmen bu gerekçeyle
ilişiğinin kesildiğini, ayırma işleminin ölçülü olmadığını ve özel hayatının
gizliliğini ihlal ettiğini belirterek tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı
nedeniyle Anayasa’nın 2., 20., 36. ve 38. maddeleri ile güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve
lehine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
27. Başvurucu mahrem alanına ilişkin bilgiler içeren başvuru
hakkında verilecek kararın yayımlanması söz konusu olabileceğinden kimliğinin
gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına
ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere
dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal iddialarının
niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
30. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
31. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
32. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
33. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
34. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
35. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında
sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin
davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın
gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
36. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayata saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011; E.1986/24,
K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin Varlığı
37. "Disiplinsizlik ve Ahlaki Durum" sebebiyle TSK’dan
ayırma işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden,
TSK’dan ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya
konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında, özel yaşamına
ait unsurlar temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının başvurucunun
özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından, bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
39. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
41. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
42. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
43. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin 926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60.
ve 61. maddeleri uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
44. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
45. Disiplin yaptırımlarının bir özel teşkilat veya kamu
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların hiyerarşik
düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211 sayılı
Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir
itaat, astın ve üstün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca
askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve
idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
46. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin; sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların, askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
47. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa"nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
48. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir.
Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını etkili olarak
koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu
yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından dahi özel hayata
ve aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli önlemlerin alınması
ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, §
42).
49. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokunmamalı,
sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık
bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına
özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
50. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
51. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan derece
mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın gizliliği
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata
Türkeri, § 45).
52. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
53. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
54. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konması, bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
55. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
56. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda, başvurucu hakkında TSK"nın itibarını sarsacak
düzeyde ahlaka aykırı bir yaşam sürdüğü ve cinsel birliktelik yaşadığı
kadınlardan menfaat temin ettiği iddialarını içeren isimsiz ihbar mektupları
alınması üzerine idari tahkikat başlatıldığı, oluşturulan Komisyon tarafından
başvurucunun durumunun 926 sayılı Kanun’un 94. maddesi ile Astsubay Sicil
Yönetmeliği’nin 60. maddesi kapsamında olduğu değerlendirilerek hakkında ayırma
işlemi yapılmasına karar verildiği, 28/1/2013 tarihinde Hava Kuvvetleri
Komutanı ve 1/2/2013 tarihinde Genelkurmay Başkanı tarafından bu kararın
onaylandığı, 15/2/2013 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak
25/2/2013 tarihinde ayırma sürecinin tamamlandığı görülmektedir.
57. Başvurucu, hakkında tesis edilen ayırma işleminin hukuka
aykırı bir şekilde elde edilmiş özel hayatına ilişkin yasak delillere dayandırıldığını,
birliktelik yaşadığı kadınlardan menfaat temin ettiği iddiasının gerçeğe uygun
olmadığı gibi bu hususun Mahkeme kararı ile de tespit edildiğini, isimsiz ihbar
mektubuyla hakkında ileri sürülenlerin soyut birer iddia olmaktan öteye
geçemediğini, buna rağmen AYİM"de yürütülen
yargılamada bu hususun dikkate alınmadığını, başarılı mesleki geçmişine rağmen
doğrudan tesis edilen ayırma işleminin ölçülü olmadığını ve özel hayatına
ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis
edildiğini ileri sürmüştür.
58. AYİM Birinci Dairesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2013/493,
K.2014/280 sayılı kararında iddialar değerlendirilmiş ve idarenin, dava konusu
işlemi tesis ederken takdir yetkisini kişi yararı ile kamu yararı arasındaki
dengeyi gözeterek, ölçülü ve nesnel olarak kullandığı, TSK"nın itibarının
sarsılacağı hususunda yapılan değerlendirmelerin hukuka uygun olduğu, davalı
idare tarafından tesis edilen ayırma işleminde kullanılan takdir yetkisinin
objektif sınırlar içinde olduğu belirtilerek iptal talebi reddedilmiştir.
59. Kamu görevlisi ve TSK askerî personeli olarak belirli bir
sorumluluk taşıyan başvurucu, bu görevi kabul etmek suretiyle görevinden
kaynaklanan disiplin ve tutum istemine kendi iradesiyle dâhil olmuştur. Bu
durum, kişinin hak ve özgürlüklerine herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak
sınırlamaları beraberinde getirmektedir. Zira kamu yararı, kamu görevlilerinden
uymaları gereken mesleki ve etik kurallar açısından tam bir uyum beklemektedir.
Özellikle mesleki yaşamı ile bağlantısı olabilecek bazı özel hayat unsurları
açısından, başvurucunun mesleki ve etik kurallara aykırı davranışlarının kamu
görevlilerinin ve bu bağlamda kamu hizmetinin saygınlığı üzerinde belirli bir
etkiye sahip olabileceği açıktır. Ancak her ne kadar hakkında ihbar dilekçesi
sunularak evli olmasına rağmen başka kadınlarla cinsel birliktelikler yaşadığı
ve bu kadınların birisinden karşılıksız menfaat temin ettiği ileri sürülen
başvurucunun bu eylemlerinden haberdar olan idare tarafından disiplin hukuku
açısından bir değerlendirme yapılabileceği belirtilmiş ve yargı kararlarının
gerekçelerinde başvurucunun taşıdığı asker sıfatına vurgu yapılmış ise de somut
başvuruya konu eylem ve davranışların başvurucunun mahremiyet alanında cereyan
eden ve rızası ile alenileştirildiğine dair bir bulgu bulunmayan özel yaşam
eylemlerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
60. Başvurucu, geçmişte birlikte olduğu bir kadının rızası ile
birlikteliklerini kayıt altına aldığını, hukuka aykırı şekilde ele geçirilen bu
kayıtlar üzerinden kendisine şantajda bulunan başka bir kadın hakkında suç
duyurusunda bulunduğunu ve yargılama neticesinde söz konusu kadının şantaj
suçundan mahkûm edilerek hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verildiğini, kendisine yönelik tüm iddiaların gerçek dışı olduğunu,
yargılamaya konu olan ve rızası dışında ele geçirilen özel hayatına ilişkin
kayıtların ayırma işlemine dayanak olarak kabul edildiğini yargılama sürecinde
Mahkemeye sunduğu dilekçelerde ifade etmiştir. Yargılama neticesinde
oluşturulan karar gerekçesinde, idari işlemin tesisine dayanak olarak
gösterilen ve başvurucuya yöneltilen iddiaların görevin ifasıyla değil daha çok
mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla ihtilaf konusu tahkikatın kapsamı mesleki hayatın
sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal makamların karar
gerekçelerinde, başvurucunun evli olmasına rağmen başka kadınlarla cinsel
birliktelikler yaşamak ve birlikte olduğu kadınlardan menfaat temin etmek
suretiyle işlediği ileri sürülen fiillerin asker sıfatı ile bağdaşmayacak
nitelik ve derecede ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu tespitlerine yer
verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
61. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
62. Somut olayda başvurucunun cinsel birliktelik yaşadığı
kadınlardan menfaat temin ettiğine ilişkin hakkında herhangi bir mahkeme kararı
bulunmadığı gibi bir yargı sürecinin de yürütülmediği, hukuka aykırı olduğu
ileri sürülen söz konusu kayıtlar üzerinden başvurucuya şantajda bulunduğu
iddiasıyla ceza mahkemesinde yargılanan kişinin mahkûm edildiği dolayısıyla
anılan yargılamada katılan sıfatıyla yer alan başvurucunun yalnızca bu
gerekçeye dayanılarak yargılamaya konu edilen özel hayatına ilişkin
eylemlerinin alenileştiğinin söylenemeyeceği açıktır. Öte yandan başvurucuya
isnat edilen özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair gerek ayırma kararında gerekse yargı kararlarında
yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı gibi anılan eylemlerin
TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de detaylı şekilde
açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen delillerin hukuka
aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar hakkında bir
araştırma yapılmadığı görülmüştür.
63. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki
etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının
gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına
müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği
kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun geçmiş
sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden
değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya
da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı
ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
64. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
.3. 6216 Sayılı Kanun"un 50.
Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
66. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 100.000 TL tazminat
talep etmiştir.
67. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
68. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
69. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.