Esas No: 2014/1346
Karar No: 2014/1346
Karar Tarihi: 26/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ALİ SAKARYA BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/1346) |
|
Karar Tarihi: 26/10/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
Ali SAKARYA |
Vekili |
: |
Av. Fatma Neyire ÖZMEN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bir kamu iktisadi teşebbüsünde avukat olarak çalışan
başvurucunun emekli olmadan önceki dönemde kurumu temsilen sonuçlandırdığı
davalarda kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin, kamu avukatı - serbest
çalışan avukat ayrımı yapılmadan tamamının ödenmesinin meşru beklenti
oluşturmasına karşın ödenmemesi ve söz konusu vekâlet ücreti alacaklarının
tahsiline ilişkin idari ve yargısal süreçlerden bir sonuç alınamaması nedeniyle
mülkiyet hakkının; yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle de
adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
4/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 14/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün
(DHMİ) Hukuk Müşavirliği biriminde "Kurum Avukatı" olarak çalışmakta
iken 23/9/2003 tarihinde görevinden istifa ettiğini bildirmiş ve ayrıca istifa
dilekçesinde; çalıştığı süre içinde tahakkuk edip de dağıtım kuralları gereği
ödenmediğini belirttiği 25.000 TL tutarında vekâlet ücretinin tarafına
ödenmesini talep etmiştir.
9. Başvurucu 25.000 TL vekâlet ücretinin ödenmesi istemiyle
10/10/2003 tarihinde DHMİ aleyhine Ankara Barosu Hakem Kuruluna başvurmuştur.
Baro Hakem Kurulu, avukatlık sözleşmesinden ve vekâlet ücretinden kaynaklanan
anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözümüne ilişkin 19/3/1969 tarihli ve 1136
sayılı Avukatlık Kanunu"nun 167. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 3/3/2004
tarihli ve E.2003/98, K.2004/31 sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine baro
hakem kurullarının uyuşmazlığa bakma görevinin sona erdiğini gerekçe göstererek
dosyayı - başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte - Ankara 8.
Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir.
10. Mahkeme 23/11/2005 tarihli ve E.2004/462, K.2005/373 sayılı
kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 9.916,37 TL"nin dava
tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya
verilmesine, fazlaya ilişkin istemin ise reddine karar vermiştir.
11. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26/2/2007
tarihli ve E.2006/3417, K.2007/2289 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Taraflar arasındaki uyuşmazlık eksik
ödenen vekalet ücreti alacağına ilişkin olup idari bir işlemden
kaynaklanmaktadır. S omut olayda kamu kurumu
niteliğinde olan davalıya husumet yöneltilerek kurumu belli doğrultuda ücret
alacağının ödenmesine ilişkin idari işlem tesis etmeye zorlayıcı hüküm
kurulması amaçlandığına göre, talebin idari nitelik taşıdığı kabul edilmelidir.
Bu tür bir uyuşmazlığın ise idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. 2577
sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu uyarınca “idari eylem ve işlemlerden dolayı
zarar görenler tarafından açılacak tam yargı davaları” idari dava türlerinden
olarak belirlenmiştir. Şu durumda davalı DHMİ İşletme Genel Müdürlüğü
hakkındaki dava 2577 sayılı Yasanın 2. maddesi gereğince adalet mahkemelerinin
görev sınırları dışında kaldığından yargı yolu bakımından dilekçenin reddine
karar vermek gerekirken işin esasının incelenmiş olması bozmayı
gerektirmiştir."
12. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 19/7/2007 tarihli ve E.2004/230,
K.2007/259 sayılı kararı ile, uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı
yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın yargı yolu yanılgısı nedeniyle
reddine karar vermiştir.
13. Başvurucu bunun üzerine eksik ödendiğini belirttiği - daha
önceki aşamalarda 25.000 TL istenilmekle birlikte - 22.000 TL tutarındaki
vekâlet ücretinin tahsili istemiyle DHMİ aleyhine 1/11/2007 tarihinde Ankara 8.
İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, 6/10/2008 tarihli ve
E.2007/1317, K.2008/1366 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Uyuşmazlığın çözümü için, 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname"ye tabi olarak kamu personeli statüsünde görev yapan
ve ücret ve özlük hakları anılan Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenen
davacının, 1136 sayılı Yasa’nın 10/5/2001 tarihli Resmi Gazete yayımlanan 4667
sayılı Yasa’nın 77. maddesi ile değişik 164. maddesinin son fıkrası hükmünden
yararlanıp yararlanmayacağının ortaya konulması gerekmektedir.
Kamu Kurumu avukatlarının müvekkillerinin, tek
yanlı olarak yaptırım gücünü uygulama yetkisine sahip bulunan devlet kurumları
olduğu ve görevlerinin devlet hizmetinin yürütümü sırasında ortaya çıkan
hukuksal sorunların çözümüyle ilgili olduğu dikkate alındığında, hem temsil
ettikleri şahıslar (devlet kurumları) hem yaptıkları iş (kamu hizmeti) serbest
avukatlara göre farklılık arz etmektedir.
Bu durumda, 657 sayılı Yasa"da kurum
avukatlarına verilecek vekalet ücretine ilişkin olarak farklı bir düzenleme yapılmadığı
sürece, 1136 sayılı Avukatlık Yasası"nda 4667 sayılı Yasa uyarınca yapılan
değişikliğin kamu personeli statüsünde bulunan kurum avukatlarına ve bu arada
davacıya ödenen vekalet ücretine uygulanan sınırlamayı kaldırdığından sözetmek mümkün değilidir.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacıya yukarıda
yer alan mevzuat hükümleri uyarınca ödeme yapıldığından davacının vekalet
ücretinin tazmin edilmesi yolundaki talebinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, davacı istifa etmiş olması
nedeniyle 657 sayılı Yasa hükümlerinin hakkında uygulanmayacağını iddia etmekte
ise de; davacının istifa etmiş olması görev yaptığı sürede içerisinde bağlı
olduğu mevzuat hükümlerinin uygulanabilirliğini etkilemeyeceğinden bu iddia
yerinde görülmemiştir."
14. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci
Dairesinin 6/12/2011 tarihli ve E.2008/16145, K.2011/7220 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/11/2013
tarihli ve E.2012/4518, K.2013/10716 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucu vekiline 13/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık
Ücreti" kenar başlıklı 164. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları
şöyledir:
“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının
karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.”
“Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak
karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin
borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”
19. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu"nun
"Mali Hükümler" başlıklı 5. Kısmında yer alan "Kapsam" kenar başlıklı 146. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Memurlara kanun, tüzük ve
yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanunla
sağlanan haklar dışında ücret ödenemez, hiçbir yarar sağlanamaz. (Gençlik ve
Spor hizmetleri uygulamasında fiilen görevlendirilecekler hariç.)"
20. 657 sayılı Kanun"un 146. maddesinin 2/11/2011 tarihli ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ile Özel Bütçeli İdarelerde
Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK"nın 19. maddesi ile yürürlükten
kaldırılmadan önceki üçüncü fıkrası şöyledir:
"Ancak, 2/1/1961 tarihli ve 196 sayılı
Kanunun 2 nci maddesi, 7/6/1926 tarihli ve 904 sayılı
Kanuna 30/1/1957 tarihli ve 6893 sayılı Kanunla eklenen ek 5 inci maddenin
birinci ve ikinci fıkraları, 19/7/1972 tarihli ve 1615 sayılı Kanunun 161 inci
maddesi, 13/1/1943 tarihli ve 4358 sayılı Kanunun değişik 14 üncü maddesi ve
2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Kanun ile Katma Bütçeli Kurumların, İl Özel
İdareleri ve Belediyeler ile bunlara bağlı birliklerin davalarını sonuçlandıran
avukat ve saireye verilecek vekalet ücretine ilişkin
sair kanun hükümleri saklıdır. (Değişik cümle: 20/3/1997-KHK-570/8 md.) Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı, hukuk
müşavirleri ve avukatlar için 10000, diğerleri için 6000 gösterge rakamının
memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt
tutarının oniki katını geçemez.(1) Bu esasa göre
yapılacak dağıtım sonunda artan miktar merkezde bir hesapta toplanarak Maliye
ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar
arasında, yukarıdaki miktarı aşmamak üzere eşit olarak dağıtılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 26/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu DHMİ bünyesinde "Kurum Avukatı" olarak
görev yaptığını, görev yaptığı süre boyunca dağıtım kuralları gerekçe
gösterilerek vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini, 23/9/2003 tarihinde bu
kurumdaki görevinden istifa ettiğini ve çalıştığı döneme ilişkin eksik ödenen
vekâlet ücretlerinin tarafına ödenmesini talep ettiğini, bu talebi
karşılanmayınca Baro Hakem Kuruluna başvurduğunu, yasa değişikliği nedeniyle
Baro Hakem Kurulunun görevi sona erince dosyanın gönderildiği Ankara 8. Asliye
Hukuk Mahkemesince davanın yargı yolu yönünden reddedildiğini, bunun üzerine
Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının ise esastan
reddedildiğini ifade etmiştir.
23. Başvurucu 1136 sayılı Kanun"un 164. maddesinin beşinci
fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, bu hükmün serbest
çalışan avukatlar yanında kamu kurumlarında görev yapan avukatları da
kapsadığını, ancak bu kanun hükmüne rağmen çalıştığı döneme ait vekâlet
ücretinin kamu kurumunda çalışan avukat olduğu gerekçesiyle kendisine eksik
ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının; ayrıca bu alacağına kavuşmak için Baro
Hakem Kuruluna başvurduğu 10/10/2003 tarihinden Danıştayca
karar düzeltme isteminin reddedildiği 13/1/2014 tarihleri arasında on bir yıla
yakın zaman geçtiğini ve bu sürenin ise makul olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile makul
sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 20.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesi ve eksik ödendiğini ileri sürdüğü 22.000 TL vekâlet ücreti
alacağının 32.384 TL işlemiş faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Başvurucu, istifa etmeden önce avukat olarak görev yaptığı
bir kamu kurumu olan DHMİ lehine sonuçlandırdığı davalarda bu kurum lehine
hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kendisine ödenmesi gerektiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu bu iddiasını, 1136 sayılı Kanun"un 164. maddesinin beşinci
fıkrasındaki; dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata
ait olduğu yönündeki hükme dayandırmıştır. Başvurucunun iddiasına göre anılan
kanun hükmü uyarınca avukatı olarak İdareyi temsil edip sonuçlandırdığı
davalarda İdare lehine hükmedilen "vekâlet ücretlerinin tamamının tarafına
ödenmesi" yönünde bir "meşru beklentisi" bulunmaktadır. Bu
nedenle, başvurucunun söz konusu vekâlet ücretlerinin tamamının kendisine
ödenmesi yönünde "meşru bir beklentisi" olduğu hâlde ödenmediği
iddiasının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
25. Başvurucu ayrıca söz konusu kanun hükmünün, kamu
kurumlarında çalışan avukatlar ile serbest çalışan avukatlar arasında bir ayrım
gözetmeden bütün avukatları kapsadığını, ancak İdarenin bu hususu gözetmeden
vekâlet ücretlerini kendisine eksik ödediğini belirtmektedir. Dolayısıyla
başvurucu, serbest çalışan avukatlara vekâlet ücretlerinin tamamı ödendiği hâlde
kendisine kamu kurumu avukatı olduğu gerekçesiyle eksik ödenmek suretiyle
ayrımcılık yapıldığından da yakınmaktadır.
26. Başvurucunun, ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik
iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp iddiaların Anayasa
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme)kapsamında yer alan diğer temel
hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
33). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında da ayrımcılık
yasağına ilişkin Sözleşme"nin 14. maddesinin Sözleşme kapsamındaki diğer hak ve
özgürlükler ile bağlantılı olarak incelenmesi gerektiği belirtilmiştir (Karlheinz Schmidt/Almanya,
B. No: 13580/88, 18/7/1994, § 22).
27. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi
temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut
olayda başvurucu, kamu kurumunda çalışan bir avukat ile serbest çalışan avukat
arasında vekâlet ücretlerinin ödenmesi konusunda ayrımcılık yapılarak mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle başvurucunun bu iddiaları
da ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmiştir.
28. Başvurucunun eksik ödendiğini belirttiği vekâlet
ücretlerinin tahsili istemiyle başvurduğu yargısal sürecin makul sürede
sonuçlanmadığı iddiası ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, kamu kurumunda avukat olarak çalıştığı dönemde
vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
30. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucu tarafından talebine
konu vekâlet ücreti hakkında somut nitelikte, istikrarlı bir içtihada dayanan
yargı kararı veya olması gereken durumundan farklı yönde uygulama yapıldığına
ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı bildirilmiştir.
31. Başvurucu cevap dilekçesinde, 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin beşinci fıkrasındaki hükmün maddi bir hukuk kuralı olup belirli
şahıslara uygulanabilecek olan 657 sayılı Kanun"un 146. maddesindeki usulî hukuk kuralına üstünlük taşıdığını ve bu hükmün
istifa eden kurum avukatlarına da uygulanamayacağını ifade etmiştir.
32. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve
Sözleşme"nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya
değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 25).
33. Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
34. Belirli durumlarda bir "ekonomik değer" veya
icrası mümkün bir "alacak" iddiasını elde etmeye yönelik "meşru
bir beklenti", Anayasa"nın ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde
ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli
bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik
ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan yeterli somutluğa sahip nitelikteki
bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta
mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin
kabulü için yeterli değildir. (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).
35. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında
olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde
iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat
hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845,
20/11/2014, § 37).
36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26).
37. Başvuruya konu somut davada başvurucu, DHMİ bünyesinde
"Kurum Avukatı" olarak görev yaptığı dönemde İdareyi temsilen
sonuçlandırdığı davalarda İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin 657
sayılı Kanun"un 146. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen dağıtım kuralları
gerekçe gösterilerek eksik ödendiğini, halbuki 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin beşinci fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu
belirterek, eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücretlerinin ödenmesi
yönünde talepte bulunmuştur. Başvuru konusu olayda ihtilaf konusu; bir kamu
iktisadi teşebbüsü olan DHMİ bünyesinde avukat olarak çalışan başvurucuya,
serbest çalışan avukatlarda olduğu gibi sonuçlandırdığı davalarda temsil ettiği
İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının ödenip ödenmeyeceğine
ilişkindir.
38. Anayasa"nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkının kamu kurumunda çalışan avukatlara aylık ve ücretleri yanında
ayrıca “vekâlet ücreti” ödenmesine ilişkin olarak bir güvence sağlamadığı açıktır.
Bununla birlikte bireyler ancak belirtilen ücretin ödenmesi konusunda kanuni
düzenleme veya içtihatlarda yeterli dayanağın olması hâlinde, bu yöndeki
talepleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek sağlanan güvencelerden
yararlandırılabilir. Öyleyse bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus,
başvurucunun vekâleten İdareyi temsil ettiği davalarda mahkemelerce İdare
lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kurum avukatı sıfatıyla
başvurucuya ödenmesi gerektiği iddiasının kanuni düzenlemeler veya yargısal
içtihatlar ile desteklenip desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının
Anayasa"nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak
yeterlilikte meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıdır.
39. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık Ücreti" kenar
başlıklı 164. maddesinin beşinci fıkrasında, dava sonunda, kararla tarifeye
dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu
belirtilmiştir.
40. Öte yandan, 657 sayılı Kanun"un 146. maddesinin olay
tarihinde yürürlükte bulunan üçüncü fıkrası uyarınca, kamu kurum ve
kuruluşlarının davalarını sonuçlandıran avukat ve saireye
verilecek vekâlet ücreti maddede belirtilen kıstaslara göre hesaplanacak üst
limitle sınırlanmıştır. İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinden kamu
avukatlarına verilebilecek limiti aşan miktarın merkezde bir hesapta toplanarak
Maliye ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar
arasında, söz konusu limiti aşmamak üzere eşit olarak dağıtılması
öngörülmüştür.
41. Görüldüğü üzere, idareler lehine hükmedilen vekâlet
ücretinin kamu avukatlarına verilip verilmeyeceği ve hangi esaslara göre
verileceğine ilişkin olarak uygulanma potansiyeli bulunan, diğer bir ifadeyle
çatışan iki farklı kanun hükmü bulunmaktadır. Birbiriyle çatışan bu hükümlerden
hangisinin kamu avukatlarına uygulanacağının belirlenmesi görev ve yetkisi
derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesince derece mahkemelerinin yerine
geçilerek çatışan bu hükümlerden hangisinin uygulanması gerektiğinin saptanması
bireysel başvurunun ikincilliği ilkesiyle bağdaşmaz.
42. Başvurucu, idareler lehine hükmedilen vekâlet ücretinin kamu
avukatlarına ödenmesinde 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci
fıkrasının uygulanması gerektiğini ve dolayısıyla idare lehine hükmedilen
vekalet ücretinin tamamının hiçbir kesintiye tabi tutulmadan kendisine
ödenmesinin zorunlu olduğunu ileri sürmüş, ancak bu yolda istikrarlı bir
içtihada dayanan yargı kararı sunmakta başarısız olmuştur. Dolayısıyla
başvurucunun, meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta bir
mülkün varlığını ispat yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemeyeceğinden
Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan
yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
43. Başvurucu ayrıca 1136 sayılı Kanun"un 164. maddesinin
beşinci fıkrasındaki düzenlemenin serbest çalışan avukatlar yanında kamu
kurumlarında ve kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan avukatları da
kapsadığını, buna göre mahkemelerce hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının
davalarda idareyi temsil eden avukatlara ödenmesi gerektiğini belirterek 657
sayılı Kanun"daki vekâlet ücretine ilişkin dağıtım kurallarına göre eksik ödeme
yapılmak suretiyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden
de yakınmış ise de bir mülkiyet hakkının mevcut olmadığı sonucuna
ulaşıldığından mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak
incelenebilmesi mümkün değildir.
44. AİHM de, mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağı ile bağlantılı
olarak incelenebilmesi için öncelikle Sözleşme"ye ek
1 No.lu Protokol"ün 1. maddesi kapsamında korunması gereken bir mülkiyet
hakkının mevcut olması gerektiğini belirtmektedir (Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, §§
94, 95; Guberina/Hırvatistan,
B. No: 23682/13, 22/3/2016, § 75; Fabian/Macaristan,
B. No: 78117/13, 15/12/2015, §§ 25-34).
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından,
mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
46. Başvurucu, kurum avukatı olarak görev yaptığı dönemde eksik
ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücreti alacağının tahsili istemiyle başvurduğu
yargısal süreç bakımından yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu eksik ödendiğini belirttiği vekâlet ücreti
alacağının tahsiline ilişkin tarafı olduğu yargısal sürecin 2003 yılından beri
devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
49. Bakanlığın görüş yazısında, daha önce benzer olayda görüş
bildirildiğinden bu konuda yeniden görüş bildirilmesine gerek olmadığı
belirtilmiştir.
50. Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa"nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme"nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa"nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa"nın 141. maddesinin de Anayasa"nın bütünselliği ilkesi gereği makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği
açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
52. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali veya bu karar nedeniyle uğranılan zararın
tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu tam yargı
davasının eksik ödendiği iddia edilen vekâlet ücretine ilişkin alacağın
tahsilini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görüldüğünden somut yargılama
faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna
kuşku yoktur (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
53. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili makul süre
değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun
ve diğerleri, § 50). Ancak bazı özel durumlarda uyuşmazlığın ortaya
çıktığı daha önceki bir tarih de başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye
müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular bakımından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun DHMİ Genel Müdürlüğüne müracaat ettiği
23/9/2003 tarihidir.
54. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut
başvuru açısından bu tarih, Ankara 8. İdare Mahkemesince verilen hükmün
onanmasına dair ilama karşı yapılan karar düzeltme isteminin Danıştay Onbirinci Dairesince reddedildiği 21/11/2013 tarihidir.
55. Başvuruya konu olayda, başvurucu 23/9/2003 tarihinde görev
yaptığı DHMİ"ne başvuruda bulunarak eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet
ücretlerinin tarafına ödenmesini talep etmiş, bu talebinin İdarece
karşılanmaması üzerine 1136 sayılı Kanun"un 167. maddesi kapsamında 10/10/2003
tarihinde Ankara Barosu Hakem Kuruluna başvuruda bulunmuştur. Ancak anılan
maddenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi üzerine Hakem Kurulu dosyayı
Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme ise 23/11/2005 tarihli
kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar vermiş; temyiz
edilen karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26/2/2007 tarihli ilamıyla, davanın
idari nitelikli olup uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu
gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkeme 19/7/2007 tarihli kararı ile bozma ilamına
uymuş ve yargı yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bu
karar doğrultusunda 1/11/2007 tarihinde açılan ve Ankara 8. İdare Mahkemesinde
görülen tam yargı davasında Mahkeme 6/10/2008 tarihli kararı ile davanın
reddine karar vermiş, temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci
Dairesinin 6/12/2011 tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı
Dairenin 21/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
56. Başvurucunun Baro Hakem Kurulundan talepte bulunduğu
10/10/2003 tarihi itibarıyla yürürlükte olan vekâlet ücreti uyuşmazlıkları
yönünden baro hakem kurullarının görevli olduğuna ilişkin kanun maddesinin
iptal edilmesi üzerine dosyanın Hakem Kurulunca adli yargı yeri olan Ankara 8.
Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği, dosyanın gönderildiği Mahkemenin de ilk
anda davanın reddine karar vermeyip yargılamaya devam ederek başvurucunun
İdareye başvurduğu 23/9/2003 tarihinden itibaren iki yıl iki ay geçtikten sonra
23/11/2005 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verdiği ancak kararın temyiz
edildiği ve yaklaşık bir yıl üç ay süren temyiz incelemesi sonrası 26/2/2007
tarihinde Yargıtayca verilen hükmün bozulduğu, bu
defa Mahkemenin yaklaşık beş ay sonra verdiği 19/7/2007 tarihli kararı ile
bozma ilamına uyduğu ve yargı yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar
verdiği dikkate alındığında, başvurucunun Hakem Kuruluna başvurduğu 10/10/2003
tarihi ile idari yargı yerinde davayı açtığı 1/11/2007 tarihi arasında geçen
yaklaşık dört yıl bir aylık süre bakımından yanlış yargı yoluna gidilerek
yargılamanın gecikmesine yol açılmasının, başvurucunun hatalı tutumundan
kaynaklandığından söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir.
57. Öte yandan Ankara 8. İdare Mahkemesinde 1/11/2007 tarihinde
açılan tam yargı davasında Mahkemenin 6/10/2008 tarihli kararı ile davanın
reddine karar verilmiş olup ilk derece mahkemesinde yargılamanın yaklaşık on
bir ay sürdüğü, ancak kararın temyizi üzerine Danıştay Onbirinci
Dairesince hükmün 6/12/2011 tarihinde onandığı, bu durumda temyiz aşamasında
geçen sürenin üç yıl iki ay olduğu, karar düzeltme isteminin de aynı Dairece
21/11/2013 tarihinde reddedildiği, dolayısıyla karar düzeltme aşamasında geçen
sürenin de yaklaşık iki yıl olduğu görülmektedir.
58. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer
verilmiş olupözellikle idari yargı alanındaki yapısal
sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde
geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların
makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru
konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60).
59. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına bir etkisi olduğunun tespit
edilmediği, gerek Hakem Kurulunca dosyanın adli yargı yerine gönderilmesi ve
Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın bir Yargıtay bozma ilamı sonrası
idari yargı yerinde açılması gerektiğinden bahisle reddine karar verilmesi
gerekse de idari yargı yerinde görülmeye devam edilen davada Ankara 8. İdare
Mahkemesinin kararına ilişkin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında geçen süre
dikkate alındığında ve yargılamanın özellikle bu nedenlerle uzadığı gözetildiğinde,
2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine
ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir
yön bulunmadığı, iki dereceli yargılama sisteminde yaklaşık on yıl iki ay süren
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa"nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
62. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi ile eksik ödendiğini ileri sürdüğü
22.000 TL vekâlet ücreti alacağının 32.384 TL işlemiş faizi ile birlikte
ödenmesi talebinde bulunmuştur.
63. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
64. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
65. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına ilişkin maddi
tazminat talebi bulunmayıp diğer ihlal iddiaları yönünden ise başvurunun kabul
edilemez olduğuna karar verildiğinden başvurucunun diğer tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.