Esas No: 2014/785
Karar No: 2014/785
Karar Tarihi: 27/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
VELİ ÖZDEMİR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/785) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Akif
YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
Veli ÖZDEMİR |
Vekili |
: |
Av. Ercan
KANAR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mahkûmiyete ilişkin kararın gerekçeli olmaması,
soruşturma aşamasında müdafi olmaksızın elde edilmiş ifadelerin mahkemece hükme
esas alınması, talep edilen delillerin toplanmaması, yargılamanın makul süreyi
aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına mahkûm edilmesinin kanuni sonucu olarak koşullu salıverme
hükümlerinden faydalanılamayacak olması nedeniyle işkence yasağının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/1/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/7/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
25/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, yasa dışı TKP/ML-TİKKO terör örgütüne yönelik
soruşturma kapsamında 17/1/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır.
9. Başvurucuya 17/1/2003 ile 20/1/2003 tarihleri arasında yer
gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.
10. Başvurucu 20/1/2003 tarihinde terör örgütüne ne şekilde
katıldığına, örgütsel yapı içindeki konumuna ve katıldığı öldürme, yaralama,
bomba koyma gibi eylemlere dair kollukta müdafii
olmaksızın ifade vermiştir.
11. Başvurucu 21/1/2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği
ifadesinde ise kolluktaki ifadesini ve yer gösterme işlemlerini kabul etmemiş,
psikolojik baskı altında veya tehditle bu beyanların alındığını ileri
sürmüştür.
12. İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2003
tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.
13. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
10/4/2003 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın tamamını veya bir kısmını
tağyir ve tebdil veya ilgaya teşebbüs etme suçundan başvurucu ve diğer üç
şüpheli hakkında dava açmıştır.
14. Dava, İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin
E.2001/138 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Başvurucu ve diğer kişiler
hakkında açılan diğer bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla
birleştirilmiştir. Birleştirmelerin ardından yargılama, on bir sanığa isnat
edilen çok sayıda eylemi kapsar hâle gelmiştir.
15. Başvurucu 2/7/2003 tarihli duruşmada, kolluktaki ifadesini
baskı altında verdiğini, nişanlısı ve ailesinin gözaltına alınacağı yönünde
tehdit edildiğini; ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.
16. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından
yargılamaya nihai olarak (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK
250. madde ile görevli) devam edilmiştir.
17. Başvurucu bu arada uzun tutukluluk ve uzun yargılama
şikâyetleriyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM,başvurucunun 6 yıl 4 aydan
fazla bir süre tutuklu olarak yargılandığını ve yargılamanın devam ettiğini
saptamış, tutukluluğun ve yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek
23/6/2009 tarihinde (B. No: 43824/07) ihlal kararı vermiştir.
18. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 21/11/2011 tarihli ve
E.2001/138, K.2011/184 sayılı kararı ile başvurucunun üzerine atılı öldürme,
yaralama, bomba koyma ve patlatma, vergilendirme adı altında para alma
eylemlerinin sübut bulduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, anayasal düzeni bozmaya
teşebbüs etme suçundan başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararını, başvurucunun ve diğer sanıkların
kollukta verdikleri ifadelerine, ekspertiz raporlarına, olay yeri inceleme ve
fiziki takip tutanaklarına dayandırmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Sanıklar Y. E. ve VELİ
ÖZDEMİR"in,
06/08/2000 günü İstanbul ili Maltepe ilçesi
Gülsuyu mahallesi ... adresinde S. A.nın
öldürülmesi, maktulun uyuşturucu ticareti ile
uğraştığının anlaşılması üzerine İ. Y. tarafındancezalandırılması
talimatı verildiği, olaydan birgün önce keşif mahalinde keşif yapıldığı ve olay günü her ikisininde yanlarındaki getirdikleri silahlarla maktule
ateş ederek öldürdükleri,
07/09/2000 günü Tuzla merkez sağlık ocağı
bahçesine zaman ayarlı el yapımı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri,
bombanın patlamadığı,
11/10/2000 günü Zeytinburnu Telsiz
mahallesinde bulunana askeri lojmanların arka giriş kapısına el yapımı zaman
ayarlı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,
11/11/2000 günü Bahçelievler ilçesinde bulunan
metro istasyonu yanındaki Adalet Bakanlığına ait eğitim tesislerinin inşaatına
zaman ayarlı el yapımı ses bombası konulması ve örgüt imzalı kuşlama bırakılması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın
patladığı,
29/12/2000 günü Zonguldak Emniyet Müdürlüğü
merkez karakoluna plastik şişe içerisinde bu bi
tuzaklı ve ""Karadeniz Şehitleri Ölümsüzdür"" yazılı bildiri bırakılması
eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,
2000 yılı içerisinde Zeytinburnu merkez efendi
polis karakoluna el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemini
gerçekleştirdikleri,
2000 yılı Ağustos ayı içerisinde Okmeydanı"nda
sanık VELİ ÖZDEMİR"in amcası olan Y.Ö.nün sanıklar İ. Y. ve VELİ ÖZDEMİR"in
azmettirmesi ile sanık Y. E. ve D. A., tarafından dövüldüğü, sonrasında VELİ ÖZDEMİR"in müşteki Y. Ö.den olan
alacağının ödenmemesi nedeniyle tekrar gidildiğinde bu defa sanık Y.nin müştekilerY. Ö. ve K. Ö. B.yi bacaklarından silahla
yaraladığı,
26/02/2001 tarihinde müşteki C. T.nin Tuzla
ilçesi A... köyünde silahla yaralanması eylemini
gerçekleştirdikleri, müştekiC. T.nin 21/06/2002
tarihinde alınan ifadesinde sanık Y. ile yanındaki kişi tarafından vurulduğunu
söylediği,
2000 yılı içerisinde Üsküdar ilçesi Örnektepe mahallesinde trafik müşavirliği yapan müşteki E. İ.den vergilendirme adı altında 1 milyar TL para alınması
eylemini gerçekleştirdikleri, müşteki E. İ.nin
09/10/2002 tarihinde alınan ifadesinde kendisinden para isteyenlerden birinin
Y. E.olduğunu, D. A. olmadığını
söylediği, 26/04/2006 tarihli sanıklar D. A. ve VELİ ÖZDEMİR"inde
hazır olduğu oturumda kendisinden para istemeye gelen ikinci kişinin duruşma
salonunda olmadığını söylediği,
Sanıklar (...) bu eylemleri
gerçekleştirdikleri birleşen dosyalarda dahil olmak üzere tüm dosya
içerisindeki araştırma tutanakları, ekspertiz raporları, olay yeri inceleme
tutanakları, fiziki takip tutanakları ve sanıkların
emniyet müdürlüklerinde alınan ifadelerinden anlaşılmakla sanıkların
üzerlerine atılı suçu işledikleri kanaatine varılmış ayrıca lehe yasa
değerlendirmesinde hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK
309/1 maddesi gereği sanıkların ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
ile cezalandırılmalarına karar verileceği ayrıca TCK 309/2 maddesi gereği 1.
Fıkrada yazılı suçun işlenmesi esnasında işlenen diğer suçlardan dolayı da ayrı
ayrı ilgili maddeler uyarınca cezaya hükmolunacağı dolayısıyla sanıklar
hakkındaki eylem çeşitliliği dikkate alındığında bu durumun sanıkların aleyhine
sonuç doğuracağı, suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 765 sayılı TCK
146/1 maddesi uygulamasının sanıklar lehine olduğu anlaşıldığından sanıkların
aşağıda yazılı şekilde cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
19. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafiinin
katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10/12/2013
tarihli ve E.2013/4630, K.2013/15327 sayılı ilamı ile kararı başvurucu yönünden
onamıştır. Yargıtay ilamından 18/12/2013 tarihinde haberdar olunmuştur.
20. Başvurucu17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga
Türk Ceza Kanunu"nun 146. maddesinde düzenlenmektedir.
22. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk
Ceza Kanunu"nun 146. maddesinde düzenlenmiştir.
23. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun"un 8. maddesi uyarınca olaylar
tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun 305. maddesinde, on beş sene ve üzerinde
hükmedilen hapis cezalarına ilişkin kararların kişilerin talebi olmasa dahi
resen temyiz incelemesine tabi tutulacağı belirtilmektedir.
24. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet
Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki
hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit
edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine
isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi
tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro
tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından
yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı
geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır
bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği
söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında
açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep
edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan
kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.
6. İfade
verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir
tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin
isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin
yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan
müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”
25. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade
verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici
nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel
cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya
ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi
delil olarak değerlendirilemez.”
26. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her
hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin
yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa
bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak
sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet
Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak
üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan
kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve
hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
27. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek
durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir
müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz
yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede
malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi
aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
28. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:
“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi
vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının
duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları
denetime tabi tutulamaz.”
29. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan
16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına
giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en
yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz
saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.
Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki
suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya
fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin
dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. (Mülga cümle: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.)
(Değişik fıkra: 06/02/2002 -
4744 S.K../5. md.) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen
bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün
olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi
güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce
yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.”
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan
ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından
doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
31. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:
“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.
(2)
Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını
oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”
32. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası
şöyledir:
“5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı
Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı
Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti
çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”
33. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun
17. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218
sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis
cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet
ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden
yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası
ölünceye kadar devam eder.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın
alınan ifadelerin hükme esas alındığını, kararın gerekçesiz olduğunu,
delillerle ilişkilendirme yapılmaksızın karar verildiğini, yapılan teşhis
işlemlerinin duruşmada kabul edilmediğini, atılı eylemelerle bağ kuracak
deliller bulunmadığını, bazı kişiler huzurda dinlenilmeden karar verildiğini,
eksik araştırma ile hüküm kurulduğunu, Mahkeme kararının diğer sanıkların
kollukta baskı altında verdikleri ifadelerine dayandığını, yargılamanın uzun
sürdürdüğünü, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli
olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul
süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
36. Başvurucu, ayrıca yargılama sonunda ölünceye kadar infazı
devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
37. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin
ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini,
tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
38. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece
mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012
tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai
kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından
yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir. Somut olayda başvurucu, 17/1/2003
tarihinde yakalanmış; 21/1/2003 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede
başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 21/11/2011 tarihinde sona
ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının
zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir (Osman Büyüksu,
B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali
Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§
24-29).
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma yargılanma
haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdafi Yardımından
Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından
yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen
tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini
belirtmektedir.
40. Bakanlık görüş yazısında,
Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02,
27/11/2008) kararına atıfla ilk kez sorgulanmasından itibaren şüpheliye avukat
yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğu, başvurucunun gözaltı
sırasında beyanlarının müdafii olmadan alındığı ve bu
beyanların da mahkûmiyet hükmüne esas alındığı ifade edilmiştir. Başvurucu ise
başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
41. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin,
iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
43. Sözleşme"nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş,
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, …
görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek;
…”
44. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi
kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı
hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından
yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine
gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma
haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat
savunması talep edilemez (Kazım Albayrak,
B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).
45. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç
isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli
olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları
gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde
kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda
adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin
de gereğidir (Kazım Albayrak, §
29).
46. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna
gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza
yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma
aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu
kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi
işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§
36-38).
47. Diğer taraftan AİHM; müdafi ile temsil hakkının sınırsız
olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin
kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında
kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini
belirtmiştir (John Murray/Birleşik
Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu
kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin gerekirse resen atanan bir avukat
tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı, adil yargılanma hakkının temel
unsurlarından biridir (Kazım Albayrak,
§ 30).
48. Ayrıca AİHM; adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6.
maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle
vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05,
1/10/2013, § 48).
49. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından
yararlanma imkânından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü
şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla
asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve
vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması
gerekir (Salduz/Türkiye, § 59;Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).
50. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen
ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55, 56).
51. Somut olayda başvurucunun 17/1/2003 tarihinde yakalanması
sonrasında 21/1/2003 tarihine kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı
işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade ve teşhis tutanaklarına genel
olarak bakıldığında başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat
edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar ve ikrarların
yer aldığıgörülmektedir.
52. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi
yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır.
Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı
süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlardagözaltında tutulduğu görülmektedir. Başvurucuya
ait kolluk ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde
düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve hakların hatırlatıldığına ilişkin
bir veri de bulunmamaktadır.
53. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında Cumhuriyet
savcısına ve sorgu sırasında hakime verdiği
ifadesinde, psikolojik baskı ve tehdit altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda
kaldığını, ifade tutanaklarının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul
etmediğini beyan etmiştir.
54. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM
Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10/4/2003 tarihli iddianamede isnat
edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerindeki
ikrarlara dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesidikkate
alındığında gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı
görülmektedir.
55. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya
işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu
konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir
eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki
Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
56. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde
gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik
kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §
87; Magee/Birleşik
Krallık, § 43).
57. Diğer yandan baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin
iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut
olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak
incelemede belirtilen koşulların gözönünde
bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No:
2013/2319, 8/4/2015, § 68).
58. Başvurucu,anayasal
düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama
sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Yargılama
sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını
savunan başvurucunun gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda
kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının
imzalatıldığını belirttiği görülmektedir. Mahkeme, avukata erişim imkânının
sağlanmadığına ilişkin bu iddiaları irdelemeksizin anılan ifadeleri hükme esas
almıştır.
59. Bu çerçevede suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile
gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört
günlük gözaltı sırasında bilinçli bir irade ile avukat yardımı istemeyerek
ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun
bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya
konulamamıştır.
60. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak
oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer
güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı
gideremediği görülmektedir. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı
Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın
etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu
çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.
61. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması
ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak
adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında
adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin
ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
63. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz
edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit
edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
64. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
65.Bakanlık yazısında, AİHM"in ihlal
kararından sonra yargılamanın 4 yıl 6 ay daha sürdüğü, bunun 2 yıl 5 ayının ilk
derecede, geriye kalanının temyizde geçtiği belirtilmiştir.
66. Başvurucu, dilekçesindeki açıklamalarını tekrar ettiğini
söylemiştir.
67. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa"nın 141. maddesi
de -Anayasa"nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38, 39).
68. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
69. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
70. Bu ilkeler temelinde yapılan incelemede başvurucu hakkındaki
yargılama 17/1/2003 ile 10/12/2013 tarihleri arasında 10 yıl 10 ay 22 gün
sürmüştür.
71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın tamamını veya bir
kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili
olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası
gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı
ve söz konusu 10 yıl 10 ay 22 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Anılan davada makul olmayan bir gecikme
tespit edilmiş olmakla beraber başvurucunun "mağdur sıfatı"nı
taşıyıp taşımadığının da incelenmesi gerekir.
72. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği
ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu
kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip
ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya,
B. No: 73443/01, 74860/01, 9/2/2006, § 68).
73. Başvurucunun makul süreyi aşan yargılama sebebiyle yaptığı başvurudaAİHM"in, "makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya 8.000 avro tazminat
ödenmesine" karar verdiği görülmüştür. Anılan tazminatın
ödenmediğine ilişkin bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Bu
şekilde AİHM tarafından açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı,
başvurucunun iddiaları kabul edilerek başvurucu lehinetazminata
hükmedildiği anlaşılmıştır. Ancak ihlal tespitinden sonra da 4 yıl 6 ay daha
yargılamanın sürdüğü görüldüğünden başvurucunun mağdur sıfatının bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
76. Başvurucu 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
77. Müdafi yardımından faydalanma ve makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
78. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
(kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği
mahkemeye karar verilmesi gerekir.
79. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında AİHM tarafından hükmedilen
tazminat miktarı da gözetilerek başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Müdafi yardımından
faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi
yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa"nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği
mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,.
D. Başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.