Esas No: 2014/14146
Karar No: 2014/14146
Karar Tarihi: 27/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MURAT YASA KILINÇ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/14146) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Nahit GEZGİN |
Başvurucu |
: |
Murat Yasa
KILINÇ |
Vekili |
: |
Av. Bilhan
GÜVEN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun annesinin hastalığı hakkında yanlış
tanı konulması sonucu vefat etmesi ve olay hakkında etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/8/2014 tarihinde Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun annesi müteveffa Aysel Kılınç,
7/2/2013 tarihinde özel bir hastanenin acil servisine göğüs ağrısı ve çarpıntı
şikâyeti ile başvurmuş, yapılan tetkik ve tedavi neticesinde kardiyoloji
poliklinik önerisi ile evine gönderilmiş, aynı gece durumunun daha da kötüye
gitmesi nedeniyle Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüş ancak
9/2/2014 tarihinde burada yaşamını yitirmiştir.
6. Başvurucu, annesinin ölümünde ihmali bulunduğunu iddia ettiği
özel hastane çalışanı doktorlar H.A. ve A.R.Ç. hakkında Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) müracaat ederek cezalandırılmaları
talebiyle şikâyetçi olmuştur.
7. Cumhuriyet Başsavcılığının 12/3/2014 tarihli kararıyla, şüpheli
doktorların ölümün gerçekleşmesinde kusurlarının bulunmadığına dair Adli Tıp
Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 4/12/2013 tarihli ve 4782 sayılı raporuna istinaden
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"...
Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu
tarafından düzenlenen 04/12/2013 tarih ve 4782 sayılı rapora göre ;
07.02.2013 tarihinde acil servise göğüs ağrısı
ve çarpıntı şikayetiyle başvurduğu, yapılan tetkik ve tedavi sonrası
kardiyoloji poliklinik önerisi ile evine gönderildiği, aynı gece fenalaşarak
getirildiği hastanede yatırıldığı, takip ve tedavisi yapılırken 09.02.2013
tarihinde öldüğü bildirilen1939 doğumlu Aysel Kılıç hakkında düzenlenmiş adli
ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde;
1-Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak iç
organlarda makroskopik, histopatolojik,
toksikolojik ve serolojik
incelemeler yapılmamış olsa da tıbbi belgelerine göre; B... Hastanesine
07.02.2013 tarihli saat 23.00"da başvurusu olup göğüs ağrısı şikayeti ile
geldiği, TA 120/60mmhg, nabız 78/dk, SS 18/dk olduğu, saturasyon %88 olup
oksijen ile 98 olduğu, KŞ 233 geldiği, KAH,MI,HT,DM,stent
operasyon öykülü hastaya EKG çekildiği, PA akciğer grafisinde
aort topuzu belirgin, kalp minimal büyük, akciğerde konsolidasyon, kitle
olmadığı, hasta saat 23.00"da monitörize edildiği,
saat 23.21"de3lt/dk O2 başlandığı, saat 00.03 de CKMB
2.50, troponin 0.02, Na
138, K 2.90 geldiği, hipoklamesi olup kardioloji polikliniğine kontrol önerildiği, saat 01.28"de
hastaneden çıkışı olduğu, ayrıca kişiye ait EKG grafilerinin
incelenmesi ve hastaya ait kan tetkiklerinde CK-MB, troponin
ve elektrolit düzeyleri de birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kalp damar
hastalığı ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,
2-Adli ve tıbbi belgelere göre, B...
Hastanesine 07.02.2013 tarihli saat 23.00"da başvurusu olup göğüs ağrısı
şikayeti ile geldiği,TA 120/60mmhg, nabız 78/dk, SS 18/dk olduğu, saturasyon %88 olup oksijen ile 98 olduğu, KŞ 233 geldiği, KAH,MI,HT,DM,stent operasyon öykülü hastaya EKG çekildiği,
PA akciğer grafisinde aort topuzu belirgin, kalp
minimal büyük, akciğerde konsolidasyon, kitle olmadığı, hasta saat 23.00"da monitörize edildiği, saat 23.21"de3lt/dk
O2 başlandığı, saat 00.03 de CKMB 2.50, troponin
0.02, Na 138, K 2.90 geldiği, hipoklamesi
olup kardioloji polikliniğine kontrol önerildiği,
saat 01.28"de hastaneden çıkışı olduğu, eve döndüğünde göğüs ağrısı tekrar nüks ettiği, bunun üzerine, 112 Acil Servis"ten ambulans
çağrıldığı ve Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü,
08.02.2013 tarihinde nefes darlığı, bilinç bulanıklığı şikayeti ile acil
servise başvuran hastada yavaş ventrikuler cevaplı atrial fibrilasyon tanısı
konulduğu, hasta acil serviste takip edilirken solunum arresti
gelişmesi üzerine entube edilerek koroner yoğun bakım
ünitesine transfer edildiği, genel durumu kötü, bilinci kapalı, nonkoopere, nonoryante olduğu,
TA: 80/50mmhg nb:56/dk, EKG"de atrial
fibrilasyon, hız:56/dk
olup, EKO"da anterior ve inferior mid bazali hipokinetik, EF:%45 olduğu, yoğun bakıma solunum arresti ve yavaş ventrıkuler
cevaplı AF ön tanıları yatırıldığı, digoksin intoksikasyonu da düşünülerek tüm hız kırıcıları stoplanarak takibe alındığı, takiplerinde hızı 30 dk.ya düşen hastaya geçici pace maker implante edildiği, hemodinamisi bozuk olduğundan pozitif inotrop
desteği ile takibe alındığı, takiplerinde 3 kez arrest
olduğu, üst GIS kanama gelişmesi üzerine dahiliyeye danışılarak GIS kanama
protokolü uygulanmaya başlandığı, takiplerinde VT atağı gelişen hasta başarılı
bir şekilde kardioversiyon sonrası döndüğü, hasta
09.02.2013 tarihinde iki kez arrest olan hasta saat
11:15 de tüm müdahalere cevap vermemesi üzerine
09.02.2013 saat 12:00 da exitus kabul edildiği
dikkate alındığında, ayrıca EKG grafilerinin
incelenmesi sonucunda; Özel B... Hastanesi"nde acil serviste görevli Dr. A...
R...Ç...in göğüs ağrısı ile gelen hastada kardiak
enzimleri istediği, EKG, PA akciğer grafisi
çektirdiği, gözlemde takibi sonrası sonuçlarda potasyumda düşüklük dışında acil
patoloji saptamayınca kardioloji poliklinik önerisi
ile aynı gün hastayı taburcu ettiği birlikte değerlendirildiğinde
uygulamalarının tıp kurallarına uygun olup atfı kabil kusur bulunmadığı, ayrıca
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi"nde kişinin takip ve tedavisinde yer alan
hekim ve yardımcı sağlık personelinin de uygulamaların tıbben doğru
olduğu" hususunda oy birliğiyle karar verildiği,
Yapılan soruşturma sonucunda müteveffa Aysel Kılınç"ın ölümünün doğal nedenlerden dolayı meydana
geldiği, olayda şüphelilerin kusurunun bulunduğuna dair soyut iddia dışında,
kamu davası açmaya yeterli delil elde edilemediği anlaşılmakla, şüpheliler hakkında
KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA (karar verilmiştir).
8. Başvurucunun bu karara itirazı, Sincan 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 28/5/2014 tarihli ve 2014/1704 Değişik İş sayılı kararıyla kesin
olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"İtiraz üzerine Kovuşturmaya Yer
Olmadığına Dair Karar evrakının yapılan incelemesinde; şikayetçinin şikayeti
üzerine şüpheliler hakkında "Taksirle ölüme neden olma" suçundan
dolayı soruşturma açıldığı, soruşturma sonunda Ankara C. Başsavcılığı"nca
şüpheliler hakkında müsnet suçtan kamu adına
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararınverildiği
anlaşıldığından,
CMK’nın 172. maddesinde “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda,
kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi
veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına
karar verir… (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni
delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” hükmü yer
almakta olup yeni delil meydana çıkması halinde aynı fiilden dolayı kamu davası
açılabileceği muhakkaktır.
Dosya kapsamına göre; Kovuşturmaya Yer
Olmadığına Dair Karar da belirtilen gerekçeye göre Kovuşturmaya Yer Olmadığına
Dair Karar usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından itirazın reddine karar
vermek gerekmiştir."
9. Bu karar başvurucuya 24/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup
başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde, 21/8/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
10. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun söz konusu
özel hastane veCumhuriyet Başsavcılığı tarafından
hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen doktor A.R.Ç hakkında
2/2/2015 tarihinde Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi (Hukuk Mahkemesi) nezdinde
annesinin ölümü nedeniyle manevi tazminat talepli dava açtığı ve davanın
derdest olup duruşmasının 6/10/2016 tarihine talik edildiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
11. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
12. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.
13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve
E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:
"(...)
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76. maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor
tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim
bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve
manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen
borcuna aykırılığa dayandırılmıştır (BK. 386-390). Vekil vekalet görevine konu
işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu
sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve
davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin
sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır.
Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile
sorumludur (BK.321/1.md.). O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün
kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor,
hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın
durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun
gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine
gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir
tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar
yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi
yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri
göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan
kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki
bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir
ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni
göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü
uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve
kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu
tutulmamalıdır.
(...)"
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, annesinin özel hastanede görev yapan şüpheli
doktorlar tarafından müşahede altına alınmadan ve kardiyoloji uzmanı
çağrılmadan taburcu edilmesi sonucunda yaşamını yitirdiğini, olay hakkında
etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek Anayasa"nın 17. ve 36.
maddelerinde güvence altına alınan yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; soruşturmanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
16. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak
incelendiğinde başvurucunun temel olarak yaşam hakkı kapsamında etkili bir
soruşturma yürütülmemesinden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucu
tarafından adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen tüm
iddiaların Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
17. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip
oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm
olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Aysel Kılınç, başvurucunun annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
19. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun
yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin
gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
20. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa"nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı
içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu
ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.
21. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına
yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek
zorundadır (Nail Artuç,
B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
22. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda
gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin
cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti
gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş
ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük
her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal
sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda
mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması
yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).
23. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yaşam hakkının ihlaline
kasten sebebiyet verildiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında
devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif
yükümlülük, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek
nitelikte soruşturmaların yürütülmesini mecburi kıldığından bu tür durumlarda
mağdurlara sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı kapsamındaki ihlali gidermek ve
mağdur sıfatını ortadan kaldırmak bakımından yeterli değildir. Ancak yaşam
hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, özellikle tıbbi
ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının bulunduğu hâllerde
mağdurlara yalnızca hukuk mahkemelerine ya da hukuk mahkemeleri ile birlikte
ceza mahkemelerine başvurma imkânının sağlanmasıyla etkili bir yargısal sistem
kurma yönündeki pozitif yükümlülük yerine getirilmiş sayılabilir (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016,
§ 78).
24. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm ve
yaralama olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda
muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen
yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda, insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması Anayasa"nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60). Bu
yaklaşım, yetkili kişi ve kurumların kamu ya da özel sağlık kuruluşlarına
başvuran bir hastanın sağlık durumunun ciddiyetini bilmesine ya da bilmesinin
gerekmesine rağmen meydana gelebilecek riskleri bertaraf etmek için gerekli ve
yeterli önlemleri almayarak yahut hastanın tanı ve tedavisine ilişkin
değerlendirme hatasını aşacak şekilde mesleki ödevlerine aykırı davranarak bir
kimsenin hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermesi hâlinde sağlık alanında
yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan
Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47).
25. Somut olayda ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucunun
kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu,
yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan
personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından
talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucu, annesinin ölümünden sorumlu
olduğunu düşündüğü kişiler aleyhine haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden
kaynaklanan sorumluluk kapsamında yetkili hukuk mahkemesinde tazminat davası
açabilir. Başvurucu, somut olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü görevliler
hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde
bulunmuş olmakla birlikte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan
sonra annesinin yaşamını yitirmesinde ilgili Hastanenin ve doktorun
sorumluluğunun bulunduğundan bahisle Hukuk Mahkemesine de başvuruda
bulunmuştur.
26. Bu durumda üzerinde durulması gereken husus -somut olayın
koşulları çerçevesinde- yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu
"etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün
anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan, B. No:
23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve
Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71).
27. Bireysel başvuru formu ve ekinde sunulan bilgi ve belgeler
ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde olayın kasti bir tutumdan
kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği
koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır.
Başvurucu da söz konusu olayın ilgili görevliler tarafından annesine zarar
vermek kastıyla gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri sürmemiştir.
28. Dolayısıyla Anayasa"nın 17. maddesi bağlamında devletin
sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif
yükümlülük, somut olayda mağdura adli yargı merci önünde açabileceği bir
tazminat davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
29. Bu noktada belirtilmelidir ki hukuka veya sözleşmeye aykırı
bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün
asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate
alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar
açısından hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek,
kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
30. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin verdiği
kararlarında sıklıkla belirttiği üzere ilgili mevzuat ve Yargıtayın
konu hakkındaki içtihatları (bkz. §§ 11-13) dikkate alındığında ceza kanunları
uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da ilgili kişi veya kurumlar
aleyhine adli yargı önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin
mümkün olduğu görülmektedir (Kenan Sayın,
§ 50; Coşkun Gömüç
ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597,
21/4/2016, § 64).
31. Somut olayda başvurucunun, annesinin ölümü ile neticelenen
olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktorlar hakkında suç duyurusunda
bulunarak cezalandırılmaları talebinde bulunduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından olay hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
kesinleşmesinden sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmekle birlikte
başvurusuna konu ihlal iddiası açısından Türk hukuk sistemindeki mevcut etkili
başvuru yollarından olan hukuk mahkemesinde tazminat davası açma imkânını da
kullandığı ve söz konusu davanın derdest olduğu anlaşılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.