Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2014/14146
Karar No: 2014/14146
Karar Tarihi: 27/10/2016

        Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT YASA KILINÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/14146)

 

Karar Tarihi: 27/10/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Murat Yasa KILINÇ

Vekili

:

Av. Bilhan GÜVEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun annesinin hastalığı hakkında yanlış tanı konulması sonucu vefat etmesi ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/8/2014 tarihinde Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucunun annesi müteveffa Aysel Kılınç, 7/2/2013 tarihinde özel bir hastanenin acil servisine göğüs ağrısı ve çarpıntı şikâyeti ile başvurmuş, yapılan tetkik ve tedavi neticesinde kardiyoloji poliklinik önerisi ile evine gönderilmiş, aynı gece durumunun daha da kötüye gitmesi nedeniyle Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüş ancak 9/2/2014 tarihinde burada yaşamını yitirmiştir.

6. Başvurucu, annesinin ölümünde ihmali bulunduğunu iddia ettiği özel hastane çalışanı doktorlar H.A. ve A.R.Ç. hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) müracaat ederek cezalandırılmaları talebiyle şikâyetçi olmuştur.

7. Cumhuriyet Başsavcılığının 12/3/2014 tarihli kararıyla, şüpheli doktorların ölümün gerçekleşmesinde kusurlarının bulunmadığına dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 4/12/2013 tarihli ve 4782 sayılı raporuna istinaden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"...

Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 04/12/2013 tarih ve 4782 sayılı rapora göre ;

07.02.2013 tarihinde acil servise göğüs ağrısı ve çarpıntı şikayetiyle başvurduğu, yapılan tetkik ve tedavi sonrası kardiyoloji poliklinik önerisi ile evine gönderildiği, aynı gece fenalaşarak getirildiği hastanede yatırıldığı, takip ve tedavisi yapılırken 09.02.2013 tarihinde öldüğü bildirilen1939 doğumlu Aysel Kılıç hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde;

1-Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak iç organlarda makroskopik, histopatolojik, toksikolojik ve serolojik incelemeler yapılmamış olsa da tıbbi belgelerine göre; B... Hastanesine 07.02.2013 tarihli saat 23.00"da başvurusu olup göğüs ağrısı şikayeti ile geldiği, TA 120/60mmhg, nabız 78/dk, SS 18/dk olduğu, saturasyon %88 olup oksijen ile 98 olduğu, KŞ 233 geldiği, KAH,MI,HT,DM,stent operasyon öykülü hastaya EKG çekildiği, PA akciğer grafisinde aort topuzu belirgin, kalp minimal büyük, akciğerde konsolidasyon, kitle olmadığı, hasta saat 23.00"da monitörize edildiği, saat 23.21"de3lt/dk O2 başlandığı, saat 00.03 de CKMB 2.50, troponin 0.02, Na 138, K 2.90 geldiği, hipoklamesi olup kardioloji polikliniğine kontrol önerildiği, saat 01.28"de hastaneden çıkışı olduğu, ayrıca kişiye ait EKG grafilerinin incelenmesi ve hastaya ait kan tetkiklerinde CK-MB, troponin ve elektrolit düzeyleri de birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kalp damar hastalığı ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,

2-Adli ve tıbbi belgelere göre, B... Hastanesine 07.02.2013 tarihli saat 23.00"da başvurusu olup göğüs ağrısı şikayeti ile geldiği,TA 120/60mmhg, nabız 78/dk, SS 18/dk olduğu, saturasyon %88 olup oksijen ile 98 olduğu, KŞ 233 geldiği, KAH,MI,HT,DM,stent operasyon öykülü hastaya EKG çekildiği, PA akciğer grafisinde aort topuzu belirgin, kalp minimal büyük, akciğerde konsolidasyon, kitle olmadığı, hasta saat 23.00"da monitörize edildiği, saat 23.21"de3lt/dk O2 başlandığı, saat 00.03 de CKMB 2.50, troponin 0.02, Na 138, K 2.90 geldiği, hipoklamesi olup kardioloji polikliniğine kontrol önerildiği, saat 01.28"de hastaneden çıkışı olduğu, eve döndüğünde göğüs ağrısı tekrar nüks ettiği, bunun üzerine, 112 Acil Servis"ten ambulans çağrıldığı ve Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü, 08.02.2013 tarihinde nefes darlığı, bilinç bulanıklığı şikayeti ile acil servise başvuran hastada yavaş ventrikuler cevaplı atrial fibrilasyon tanısı konulduğu, hasta acil serviste takip edilirken solunum arresti gelişmesi üzerine entube edilerek koroner yoğun bakım ünitesine transfer edildiği, genel durumu kötü, bilinci kapalı, nonkoopere, nonoryante olduğu, TA: 80/50mmhg nb:56/dk, EKG"de atrial fibrilasyon, hız:56/dk olup, EKO"da anterior ve inferior mid bazali hipokinetik, EF:%45 olduğu, yoğun bakıma solunum arresti ve yavaş ventrıkuler cevaplı AF ön tanıları yatırıldığı, digoksin intoksikasyonu da düşünülerek tüm hız kırıcıları stoplanarak takibe alındığı, takiplerinde hızı 30 dk.ya düşen hastaya geçici pace maker implante edildiği, hemodinamisi bozuk olduğundan pozitif inotrop desteği ile takibe alındığı, takiplerinde 3 kez arrest olduğu, üst GIS kanama gelişmesi üzerine dahiliyeye danışılarak GIS kanama protokolü uygulanmaya başlandığı, takiplerinde VT atağı gelişen hasta başarılı bir şekilde kardioversiyon sonrası döndüğü, hasta 09.02.2013 tarihinde iki kez arrest olan hasta saat 11:15 de tüm müdahalere cevap vermemesi üzerine 09.02.2013 saat 12:00 da exitus kabul edildiği dikkate alındığında, ayrıca EKG grafilerinin incelenmesi sonucunda; Özel B... Hastanesi"nde acil serviste görevli Dr. A... R...Ç...in göğüs ağrısı ile gelen hastada kardiak enzimleri istediği, EKG, PA akciğer grafisi çektirdiği, gözlemde takibi sonrası sonuçlarda potasyumda düşüklük dışında acil patoloji saptamayınca kardioloji poliklinik önerisi ile aynı gün hastayı taburcu ettiği birlikte değerlendirildiğinde uygulamalarının tıp kurallarına uygun olup atfı kabil kusur bulunmadığı, ayrıca Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi"nde kişinin takip ve tedavisinde yer alan hekim ve yardımcı sağlık personelinin de uygulamaların tıbben doğru olduğu" hususunda oy birliğiyle karar verildiği,

Yapılan soruşturma sonucunda müteveffa Aysel Kılınç"ın ölümünün doğal nedenlerden dolayı meydana geldiği, olayda şüphelilerin kusurunun bulunduğuna dair soyut iddia dışında, kamu davası açmaya yeterli delil elde edilemediği anlaşılmakla, şüpheliler hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA (karar verilmiştir).

8. Başvurucunun bu karara itirazı, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2014 tarihli ve 2014/1704 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"İtiraz üzerine Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar evrakının yapılan incelemesinde; şikayetçinin şikayeti üzerine şüpheliler hakkında "Taksirle ölüme neden olma" suçundan dolayı soruşturma açıldığı, soruşturma sonunda Ankara C. Başsavcılığı"nca şüpheliler hakkında müsnet suçtan kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına dair kararınverildiği anlaşıldığından,

CMK’nın 172. maddesinde “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir… (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” hükmü yer almakta olup yeni delil meydana çıkması halinde aynı fiilden dolayı kamu davası açılabileceği muhakkaktır.

Dosya kapsamına göre; Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar da belirtilen gerekçeye göre Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir."

9. Bu karar başvurucuya 24/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde, 21/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun söz konusu özel hastane veCumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen doktor A.R.Ç hakkında 2/2/2015 tarihinde Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi (Hukuk Mahkemesi) nezdinde annesinin ölümü nedeniyle manevi tazminat talepli dava açtığı ve davanın derdest olup duruşmasının 6/10/2016 tarihine talik edildiği görülmüştür.

B. İlgili Hukuk

11. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

12. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:

“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.

13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:

"(...)

Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.76. maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır (BK. 386-390). Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK.321/1.md.). O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.

(...)"

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

15. Başvurucu, annesinin özel hastanede görev yapan şüpheli doktorlar tarafından müşahede altına alınmadan ve kardiyoloji uzmanı çağrılmadan taburcu edilmesi sonucunda yaşamını yitirdiğini, olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek Anayasa"nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; soruşturmanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

16. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun temel olarak yaşam hakkı kapsamında etkili bir soruşturma yürütülmemesinden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucu tarafından adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen tüm iddiaların Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

17. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Aysel Kılınç, başvurucunun annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

19. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

20. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa"nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.

21. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

22. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

23. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verildiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte soruşturmaların yürütülmesini mecburi kıldığından bu tür durumlarda mağdurlara sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı kapsamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak bakımından yeterli değildir. Ancak yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, özellikle tıbbi ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının bulunduğu hâllerde mağdurlara yalnızca hukuk mahkemelerine ya da hukuk mahkemeleri ile birlikte ceza mahkemelerine başvurma imkânının sağlanmasıyla etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük yerine getirilmiş sayılabilir (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78).

24. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa"nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60). Bu yaklaşım, yetkili kişi ve kurumların kamu ya da özel sağlık kuruluşlarına başvuran bir hastanın sağlık durumunun ciddiyetini bilmesine ya da bilmesinin gerekmesine rağmen meydana gelebilecek riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almayarak yahut hastanın tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde mesleki ödevlerine aykırı davranarak bir kimsenin hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermesi hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47).

25. Somut olayda ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucunun kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucu, annesinin ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü kişiler aleyhine haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluk kapsamında yetkili hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir. Başvurucu, somut olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü görevliler hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla birlikte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan sonra annesinin yaşamını yitirmesinde ilgili Hastanenin ve doktorun sorumluluğunun bulunduğundan bahisle Hukuk Mahkemesine de başvuruda bulunmuştur.

26. Bu durumda üzerinde durulması gereken husus -somut olayın koşulları çerçevesinde- yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71).

27. Bireysel başvuru formu ve ekinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu da söz konusu olayın ilgili görevliler tarafından annesine zarar vermek kastıyla gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri sürmemiştir.

28. Dolayısıyla Anayasa"nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura adli yargı merci önünde açabileceği bir tazminat davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

29. Bu noktada belirtilmelidir ki hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).

30. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin verdiği kararlarında sıklıkla belirttiği üzere ilgili mevzuat ve Yargıtayın konu hakkındaki içtihatları (bkz. §§ 11-13) dikkate alındığında ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da ilgili kişi veya kurumlar aleyhine adli yargı önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu görülmektedir (Kenan Sayın, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64).

31. Somut olayda başvurucunun, annesinin ölümü ile neticelenen olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunarak cezalandırılmaları talebinde bulunduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesinden sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmekle birlikte başvurusuna konu ihlal iddiası açısından Türk hukuk sistemindeki mevcut etkili başvuru yollarından olan hukuk mahkemesinde tazminat davası açma imkânını da kullandığı ve söz konusu davanın derdest olduğu anlaşılmıştır.

32. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


Avukat Web Sitesi