Esas No: 2014/1347
Karar No: 2014/1347
Karar Tarihi: 27/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FATMA NEYİRE ÖZMEN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/1347) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
Fatma Neyire ÖZMEN |
Vekili |
: |
Av. Ali
SAKARYA |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bir kamu iktisadi teşebbüsünde avukat olarak çalışan
başvurucunun emekli olmadan önceki dönemde kurumu temsilen sonuçlandırdığı
davalarda kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin, kamu avukatı - serbest
çalışan avukat ayrımı yapılmadan tamamının ödenmesinin meşru beklenti
oluşturmasına karşın ödenmemesi ve söz konusu vekâlet ücreti alacaklarının
tahsiline ilişkin idari ve yargısal süreçlerden bir sonuç alınamaması nedeniyle
mülkiyet hakkının; yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil
yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 14/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
4/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 14/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu bir kamu iktisadı teşebbüsü olan Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün (DHMİ) Hukuk Müşavirliği biriminde
"Kurum Avukatı" olarak çalışmakta iken 22/8/2002 tarihinde emekliye
ayrılmıştır.
9. Başvurucu bu kamu kurumunda görev yaptığı dönemde eksik
ödendiğini belirttiği 13.471,38 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ödenmesi
istemiyle 19/3/2003 tarihinde DHMİ aleyhine Ankara Barosu Hakem Kuruluna
başvurmuştur. Baro Hakem Kurulu, 10/11/2003 tarihli ve E.2003/61, K.2003/207
sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 12.593,80 TL
tutarındaki vekâlet ücreti alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal
faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir.
10. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15/9/2005
tarihli ve E.2004/13448, K.2005/9301 sayılı ilamıyla; avukatlık sözleşmesinden
ve vekâlet ücretinden kaynaklanan anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözümüne
ilişkin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu"nun 167. maddesinin
Anayasa Mahkemesinin 3/3/2004 tarihli ve E.2003/98, K.2004/31 sayılı kararı ile
iptal edilmesi üzerine baro hakem kurullarının uyuşmazlığa bakma görevinin sona
erdiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bunun üzerine başvuru
formu ve eklerinden tespit edilemeyen bir tarihte Hakem Kurulu dosyayı Ankara
19. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir.
11. Mahkeme, 15/12/2005 tarihli ve E.2005/387, K.2005/512 sayılı
kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 12.593,80 TL"nin dava
tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya
verilmesine, fazlaya ilişkin istemin ise reddine karar vermiştir.
12. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/3/2006
tarihli ve E.2006/1941, K.2006/2763 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Taraflar arasındaki uyuşmazlık eksik
ödenen vekâlet ücreti alacağına ilişkin olup idari bir işlemden
kaynaklanmaktadır. Somut olayda kamu kurumu niteliğinde olan davalıya husumet
yöneltilerek kurumu belli doğrultuda ücret alacağının ödenmesine ilişkin idari
işlem tesis etmeye zorlayıcı hüküm kurulması amaçlandığına göre, talebin idari
nitelik taşıdığı kabul edilmelidir. Bu tür bir uyuşmazlığın ise idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerekir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu uyarınca
"idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar görenler tarafından açılacak tam yargı
davaları" idari dava türlerinden olarak belirlenmiştir. Şu durumda davalı DHMİ
İşletme Genel Müdürlüğü hakkındaki dava 2577 sayılı Yasa"nın 2. maddesi
gereğince adalet mahkemelerinin görev sınırları dışında kaldığından yargı yolu
bakımından dilekçenin reddine karar vermek gerekirken işin esasının incelenmiş
olması bozmayı gerektirmiştir."
13. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 22/9/2006 tarihli ve E.2006/281,
K.2006/295 sayılı kararı ile, uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı
yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın yargı yolu yanılgısı nedeniyle
reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmeksizin 6/12/2006 tarihinde
kesinleşmiştir.
14. Başvurucu bunun üzerine eksik ödendiğini belirttiği -daha
önceki aşamalarda 13.471,38 TL talep etmekle birlikte- 12.593,80 TL tutarındaki
vekâlet ücretinin tahsili istemiyle DHMİ aleyhine 28/11/2006 tarihinde Ankara
15. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, 5/11/2007 tarihli ve
E.2006/212, K.2007/1402 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden, 233 Sayılı
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre kurulanvebir kamu iktisadi kuruluşu olan Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünde 22/8/2002 tarihine kadar avukat olarak
görev yapan ve bu tarihte emekliye ayrılan davacı tarafından emekli olduğu
tarihe kadar kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin toplamından kendi
payına düşen ve Avukatlık Kanunu"nun 164. maddesi gereğince hak edildiği
belirtilen 12.593,80 YTL vekâlet ücretinin 22/8/2002 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesi istemiyle görülmekte olan
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan
personelin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma,
ilerleme, yükselme, hak ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenleyen
399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname"nin 37. maddesinde, vekâlet ücretlerinin
avukatlara dağıtımı konusunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu"nun ilgili
hükümlerinin uygulanacağı belirtildiğinden kurum lehine hükmedilen vekâlet
ücretlerinin avukatlara dağıtımında 657 sayılı Kanun"un vekâlet ücretlerinin
kurum avukatlarına dağıtımına ilişkin esasları belirleyen 146. maddesinde yer
alan kuralların uygulanması gerekmektedir.
Bu durumda, davacının 1136 sayılı Avukatlık
Kanunu"nun 164. maddesi hükmü gereğince hak ettiğini ileri sürdüğü 12.593,80
YTL"nin tarafına ödenmesi isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Davacının, 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin son fıkrasında yapılan değişiklikle kurum lehine hükmedilen vekâlet
ücretinin tamamının davacıya ait olduğuna ilişkin iddiaya gelince,
AvukatlıkKanunu"nun164. maddesinde 4667 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin
kurum avukatlarıyla ilgili bir yönünün bulunmadığı anlaşıldığından bu iddia
yerinde görülmemiştir."
15. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci
Dairesinin 25/4/2012 tarihli ve E.2012/599, K.2012/1972 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
16. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/11/2013
tarihli ve E.2012/5876, K.2013/10717 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
17. Nihai karar başvurucu vekiline 13/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık
Ücreti" kenar başlıklı 164. maddesinin birinci ve beşinci
fıkraları şöyledir:
“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının
karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.”
“Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak
karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin
borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”
20. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu"nun
"Mali Hükümler" başlıklı 5. Kısmında yer alan "Kapsam" kenar başlıklı 146. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Memurlara kanun, tüzük ve
yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanunla
sağlanan haklar dışında ücret ödenemez, hiçbir yarar sağlanamaz. (Gençlik ve
Spor hizmetleri uygulamasında fiilen görevlendirilecekler hariç.)"
21. 657 sayılı Kanun"un 146. maddesinin 2/11/2011 tarihli ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ile Özel Bütçeli İdarelerde
Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK"nın 19. maddesi ile yürürlükten
kaldırılmadan önceki üçüncü fıkrası şöyledir:
"Ancak, 2/1/1961 tarihli ve 196 sayılı
Kanunun 2 nci maddesi, 7/6/1926 tarihli ve 904 sayılı
Kanuna 30/1/1957 tarihli ve 6893 sayılı Kanunla eklenen ek 5 inci maddenin
birinci ve ikinci fıkraları, 19/7/1972 tarihli ve 1615 sayılı Kanunun 161 inci
maddesi, 13/1/1943 tarihli ve 4358 sayılı Kanunun değişik 14 üncü maddesi ve
2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Kanun ile Katma Bütçeli Kurumların, İl Özel
İdareleri ve Belediyeler ile bunlara bağlı birliklerin davalarını sonuçlandıran
avukat ve saireye verilecek vekalet ücretine ilişkin
sair kanun hükümleri saklıdır. (Değişik cümle: 20/3/1997-KHK-570/8 md.) Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı, hukuk
müşavirleri ve avukatlar için 10000, diğerleri için 6000 gösterge rakamının
memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt
tutarının oniki katını geçemez.(1) Bu esasa göre
yapılacak dağıtım sonunda artan miktar merkezde bir hesapta toplanarak Maliye
ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar
arasında, yukarıdaki miktarı aşmamak üzere eşit olarak dağıtılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu DHMİ bünyesinde "Kurum Avukatı" olarak
görev yaptığını, görev yaptığı süre boyunca dağıtım kuralları gerekçe
gösterilerek vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini, 22/8/2002 tarihinde
emekliye ayrıldığını, çalıştığı döneme ilişkin eksik ödenen vekâlet
ücretlerinin tarafına ödenmesi istemiyle Ankara Barosu Hakem Kuruluna
başvurduğunu, kanun değişikliği nedeniyle Baro Hakem Kurulunun görevi sona
erince dosyanın gönderildiği Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın yargı
yolu yönünden reddedildiğini, bunun üzerine Ankara 15. İdare Mahkemesinde
açtığı tam yargı davasının ise esastan reddedildiğini ifade etmiştir.
24. Başvurucu 1136 sayılı Kanun"un 164. maddesinin beşinci
fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, bu hükmün serbest
çalışan avukatlar yanında kamu kurumlarında görev yapan avukatları da
kapsadığını, ancak bu kanun hükmüne rağmen çalıştığı döneme ait avukatlık
ücretinin kamu kurumunda çalışan avukat olduğu gerekçesiyle kendisine eksik
ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının; ayrıca bu alacağına kavuşmak için
Hakem Kuruluna başvurduğu 19/3/2003 tarihinden Danıştayca
karar düzeltme isteminin reddedildiği 21/11/2013 tarihleri arasında geçen
yargılama süresinin makul olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile makul sürede yargılanma
hakkının ihlali nedeniyle 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi ve eksik
ödendiğini ileri sürdüğü 12.593 TL vekâlet ücreti alacağının 21.789 TL işlemiş
faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
25. Başvurucu, emekliye ayrılmadan önce avukat olarak görev
yaptığı bir kamu iktisadi teşebbüsü olan DHMİ lehine sonuçlandırdığı davalarda
bu kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kendisine ödenmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu iddiasını, 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin beşinci fıkrasındaki; dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet
ücretinin avukata ait olduğu yönündeki hükme dayandırmıştır. Başvurucunun
iddiasına göre, anılan kanun hükmü uyarınca avukatı olarak İdareyi temsil edip
sonuçlandırdığı davalarda İdare lehine hükmedilen "vekâlet ücretlerinin
tamamının tarafına ödenmesi" yönünde bir "meşru beklentisi"
bulunmaktadır. Bu nedenle, başvurucunun söz konusu vekâlet ücretlerinin
tamamının kendisine ödenmesi yönünde "meşru bir beklentisi" olduğu
halde ödenmediği iddiasının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi
gerekmektedir.
26. Başvurucu ayrıca söz konusu kanun hükmünün, kamu kurumlarında
çalışan avukatlar ile serbest çalışan avukatlar arasında bir ayrım gözetmeden
bütün avukatları kapsadığını, ancak İdarenin bu hususu gözetmeden vekâlet
ücretlerini kendisine eksik ödediğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucu,
serbest çalışan avukatlara vekâlet ücretlerinin tamamı ödendiği hâlde kendisine
kamu kurumu avukatı olduğu gerekçesiyle eksik ödenmek suretiyle ayrımcılık
yapıldığından da yakınmaktadır.
27. Başvurucunun, ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik
iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp iddiaların Anayasa
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme)kapsamında yer alan diğer temel
hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
33). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında da, ayrımcılık
yasağına ilişkin Sözleşme"nin 14. maddesinin Sözleşme kapsamındaki diğer hak ve
özgürlükler ile bağlantılı olarak incelenmesi gerektiği belirtilmiştir (Karlheinz Schmidt/Almanya,
B. No: 13580/88, 18/7/1994, § 22).
28. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi
temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut
olayda başvurucu, kamu kurumunda çalışan bir avukat ile serbest çalışan avukat
arasında vekâlet ücretlerinin ödenmesi konusunda ayrımcılık yapılarak mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle başvurucunun bu iddiaları
da ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmiştir.
29. Başvurucunun eksik ödendiğini belirttiği vekâlet
ücretlerinin tahsili istemiyle başvurduğu yargısal sürecin makul sürede
sonuçlanmadığı iddiası ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu, kamu kurumunda avukat olarak çalıştığı dönemde
vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucu tarafından talebine
konu vekâlet ücreti hakkında somut nitelikte, istikrarlı bir içtihada dayanan
yargı kararı veya olması gereken durumundan farklı yönde uygulama yapıldığına
ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı bildirilmiştir.
32. Başvurucu cevap dilekçesinde, 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin beşinci fıkrasındaki hükmün maddi bir hukuk kuralı olup belirli
şahıslara uygulanabilecek olan 657 sayılı Kanun"un 146. maddesindeki usulî hukuk kuralına üstünlük taşıdığını ve bu hükmün
emekliye ayrılan kurum avukatlarına da uygulanamayacağını ifade etmiştir.
33. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve
Sözleşme"nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya
değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 25).
34. Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
35. Belirli durumlarda bir "ekonomik değer" veya
icrası mümkün bir "alacak" iddiasını elde etmeye yönelik "meşru
bir beklenti", Anayasa"nın ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde
ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli
bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik
ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan yeterli somutluğa sahip nitelikteki
bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta
mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin
kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve
Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).
36. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında
olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde
iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat
hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845,
20/11/2014, § 37).
37. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26).
38. Başvuruya konu somut davada başvurucu, DHMİ bünyesinde
"Kurum Avukatı" olarak görev yaptığı dönemde İdareyi temsilen
sonuçlandırdığı davalarda İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin 657
sayılı Kanun"un 146. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen dağıtım kuralları
gerekçe gösterilerek eksik ödendiğini, halbuki 1136 sayılı Kanun"un 164.
maddesinin beşinci fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu belirterek,
eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücretlerinin ödenmesi yönünde talepte
bulunmuştur. Başvuru konusu olayda ihtilaf konusu; bir kamu iktisadi teşebbüsü
olan DHMİ bünyesinde avukat olarak çalışan başvurucuya, sonuçlandırdığı
davalarda temsil ettiği İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının
ödenip ödenmeyeceğine ilişkindir.
39. Anayasa"nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkının kamu kurumunda çalışan avukatlara aylık ve ücretleri yanında
ayrıca “vekâlet ücreti” ödenmesine ilişkin olarak bir güvence sağlamadığı
açıktır. Bununla birlikte bireyler ancak belirtilen ücretin ödenmesi konusunda
kanuni düzenleme veya içtihatlarda yeterli dayanağın olması hâlinde, bu yöndeki
talepleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek sağlanan güvencelerden
yararlandırılabilir. Öyleyse bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus,
başvurucunun vekâleten İdareyi temsil ettiği davalarda mahkemelerce İdare
lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kurum avukatı sıfatıyla başvurucuya
ödenmesi gerektiği iddiasının kanuni düzenlemeler veya yargısal içtihatlar ile
desteklenip desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının Anayasa"nın 35.
maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte
meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıdır.
40. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık Ücreti" kenar
başlıklı 164. maddesinin beşinci fıkrasında, dava sonunda, kararla tarifeye
dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu
belirtilmiştir.
41. Öte yandan, 657 sayılı Kanun"un 146. maddesinin olay
tarihinde yürürlükte bulunan üçüncü fıkrası uyarınca, kamu kurum ve
kuruluşlarının davalarını sonuçlandıran avukat ve saireye
verilecek vekâlet ücreti maddede belirtilen kıstaslara göre hesaplanacak üst
limitle sınırlanmıştır. İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinden kamu
avukatlarına verilebilecek limiti aşan miktarın merkezde bir hesapta toplanarak
Maliye ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar
arasında, söz konusu limiti aşmamak üzere eşit olarak dağıtılması
öngörülmüştür.
42. Görüldüğü üzere, idareler lehine hükmedilen vekâlet
ücretinin kamu avukatlarına verilip verilmeyeceği ve hangi esaslara göre
verileceğine ilişkin olarak uygulanma potansiyeli bulunan, diğer bir ifadeyle çatışan
iki farklı kanun hükmü bulunmaktadır. Birbiriyle çatışan bu hükümlerden
hangisinin kamu avukatlarına uygulanacağının belirlenmesi görev ve yetkisi
derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesince derece mahkemelerinin yerine
geçilerek çatışan bu hükümlerden hangisinin uygulanması gerektiğinin saptanması
bireysel başvurunun ikincilliği ilkesiyle bağdaşmaz.
43. Başvurucu, idareler lehine hükmedilen vekâlet ücretinin kamu
avukatlarına ödenmesinde 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci
fıkrasının uygulanması gerektiğini ve dolayısıyla idare lehine hükmedilen
vekalet ücretinin tamamının hiçbir kesintiye tabi tutulmadan kendisine
ödenmesinin zorunlu olduğunu ileri sürmüş, ancak bu yolda istikrarlı bir
içtihada dayanan yargı kararı sunmakta başarısız olmuştur. Dolayısıyla
başvurucunun, meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta bir
mülkün varlığını ispat yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemeyeceğinden
Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının
mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
44. Başvurucu ayrıca 1136 sayılı Kanun"un 164. maddesinin
beşinci fıkrasındaki düzenlemenin serbest çalışan avukatlar yanında kamu
kurumlarında ve kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan avukatları da kapsadığını,
buna göre mahkemelerce hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının davalarda
idareyi temsil eden avukatlara ödenmesi gerektiğini belirterek 657 sayılı
Kanun"daki vekâlet ücretine ilişkin dağıtım kurallarına göre eksik ödeme
yapılmak suretiyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal
edildiğinden de yakınmış ise de bir mülkiyet hakkının mevcut olmadığı sonucuna
ulaşıldığından mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak
incelenebilmesi mümkün değildir.
45. AİHM de, mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağı ile bağlantılı
olarak incelenebilmesi için öncelikle Sözleşme"ye ek
1 No.lu Protokol"ün 1. maddesi kapsamında korunması gereken bir mülkiyet
hakkının mevcut olması gerektiğini belirtmektedir (Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, §§
94, 95; Guberina/Hırvatistan,
B. No: 23682/13, 22/3/2016, § 75; Fabian/Macaristan,
B. No: 78117/13, 15/12/2015, §§ 25-34).
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından,
mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu, kurum avukatı olarak görev yaptığı dönemde eksik
ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücreti alacağının tahsili istemiyle başvurduğu
yargısal süreç bakımından yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu eksik ödendiğini belirttiği vekâlet ücreti
alacağının tahsiline ilişkin tarafı olduğu yargısal sürecin 2003 yılından beri
devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
50. Bakanlığın görüş yazısında, daha önce benzer olayda görüş
bildirildiğinden bu konuda yeniden görüş bildirilmesine gerek olmadığı
belirtilmiştir.
51. Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa"nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme"nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa"nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa"nın 141. maddesinin de Anayasa"nın bütünselliği
ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate
alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
52. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali veya bu karar nedeniyle uğranılan zararın
tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın
eksik ödendiği belirtilen vekâlet ücreti alacağının tahsili istemini konu alan bir
uyuşmazlık olduğu görüldüğünden somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 44).
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili ilişkin makul süre
değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun
ve diğerleri, § 50). Ancak bazı özel durumlarda uyuşmazlığın ortaya
çıktığı daha önceki bir tarih de başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye
müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular bakımından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru açısından
bu tarih, başvurucunun Ankara Barosu Hakem Kuruluna müracaat ettiği 19/3/2003
tarihidir.
55. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut
başvuru açısından bu tarih, Ankara 8. İdare Mahkemesince verilen hükmün
onanmasına dair ilama karşı yapılan karar düzeltme isteminin Danıştay Onbirinci Dairesince reddedildiği 21/11/2013 tarihidir.
56. Başvuruya konu olayda, başvurucu DHMİ bünyesinde kurum
avukatı olarak çalışmakta iken 22/8/2002 tarihinde emekliye ayrılmış, görev
yaptığı döneme ilişkin olarak eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet
ücretlerinin tahsili istemiyle 1136 sayılı Kanun"un 167. maddesi kapsamında
19/3/2003 tarihinde Ankara Barosu Hakem Kuruluna başvuruda bulunmuştur. Hakem
Kurulu 10/11/2003 tarihinde başvurucunun talebini kısmen kabul etmiş, ancak
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15/9/2005 tarihli kararı ile uyuşmazlığın Baro
Hakem Kurulunca çözümüne ilişkin kanun maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal
edilmesi nedeniyle Hakem Kurulu kararı bozulmuş, Hakem Kurulu da dosyayı Ankara
19. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme ise 15/12/2005 tarihli
kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar vermiş; temyiz
edilen karar Yargıtayın aynı Dairesinin 16/3/2006
tarihli ilamıyla, davanın idari nitelikli olup uyuşmazlığın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bu defa Mahkeme
22/9/2006 tarihli kararı ile bozma ilamına uymuş ve yargı yolu yanılgısı
nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda 28/11/2006
tarihinde açılan ve Ankara 15. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasında
Mahkeme, 5/11/2007 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiş, temyiz
edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 25/4/2012
tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/11/2013
tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
57. Başvurucunun Baro Hakem Kurulundan talepte bulunduğu 19/3/2003
tarihi itibarıyla yürürlükte olan vekâlet ücreti uyuşmazlıkları yönünden baro
hakem kurullarının görevli olduğuna ilişkin kanun maddesinin iptal edilmesi
üzerine dosyanın Hakem Kurulunca adli yargı yeri olan Ankara 19. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderildiği, dosyanın gönderildiği Mahkemenin de ilk anda davanın
reddine karar vermeyip yargılamaya devam ederek başvurucunun Hakem Kuruluna
başvurduğu 19/3/2003 tarihinden itibaren yaklaşık iki yıl dokuz ay geçtikten
sonra 15/12/2005 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verdiği, kararın
temyiz edildiği ve yaklaşık üç ay süren temyiz incelemesi sonrası 16/3/2006 tarihindeYargıtayca verilen bozma ilamına Mahkemenin
yaklaşık altı ay sonra verdiği 22/9/2006 tarihli kararı ile uyduğu ve yargı
yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar verdiği dikkate alındığında,
başvurucunun Hakem Kuruluna başvurduğu 19/3/2003 tarihi ile idari yargı yerinde
davayı açtığı 28/11/2006 tarihi arasında geçen yaklaşık üç yıl sekiz aylık süre
bakımından yanlış yargı yoluna gidilerek yargılamanın gecikmesine yol
açılmasının, başvurucunun hatalı tutumundan kaynaklandığından söz edilemeyeceği
değerlendirilmiştir.
58. Öte yandan Ankara 15. İdare Mahkemesinde 28/11/2006
tarihinde açılan tam yargı davasında Mahkemenin 5/11/2007 tarihli kararı ile
davanın reddine karar verilmiş olup ilk derece mahkemesinde yargılamanın
yaklaşık on bir ay sürdüğü, ancak kararın temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesince hükmün 25/4/2012 tarihinde onandığı,
bu durumda temyiz aşamasında geçen sürenin ise dört yıl altı ay olduğu, karar
düzeltme isteminin de aynı Dairece 21/11/2013 tarihinde reddedildiği,
dolayısıyla karar düzeltme aşamasında geçen sürenin de yaklaşık bir yıl yedi ay
olduğu görülmektedir.
59. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer
verilmiş olupözellikle idari yargı alanındaki yapısal
sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde
geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların
makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru
konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60).
60. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına bir etkisi olduğunun tespit
edilmediği, gerek Hakem Kurulunca dosyanın adli yargı yerine gönderilmesi ve
Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın bir Yargıtay bozma ilamı sonrası
idari yargı yerinde açılması gerektiğinden bahisle reddine karar verilmesi
gerekse de idari yargı yerinde görülmeye devam edilen davada Ankara 15. İdare
Mahkemesinin kararına ilişkin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında geçen süre
dikkate alındığında ve yargılamanın özellikle bu nedenlerle uzadığı
gözetildiğinde, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı, iki dereceli yargılama sisteminde yaklaşık on
yıl sekiz ay süren yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa"nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
63. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
20.000 TL manevi tazminat ile eksik ödendiğini ileri sürdüğü 12.593 TL vekâlet
ücreti alacağının 21.789 TL işlemiş faizi ile birlikte ödenmesi talebinde
bulunmuştur.
64. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
65. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
66. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına ilişkin maddi
tazminat talebi bulunmayıp diğer ihlal iddiaları yönünden ise başvurunun kabul
edilemez olduğuna karar verildiğinden başvurucunun diğer tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.