Esas No: 2014/16928
Karar No: 2014/16928
Karar Tarihi: 27/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RAMAZAN ŞAŞ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/16928) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2016 |
R.G. Tarih ve Sayı: 18/11/2016 -
29892 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Kamil KAYA |
Başvurucu |
: |
Ramazan ŞAŞ |
Vekili |
: |
Av. Aykut
ÖZGEL |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hizmet tespiti davasının hatalı değerlendirme
sonucunda hak düşürücü süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/10/2014 tarihinde Tekirdağ İş Mahkemesi (Mahkeme)
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm ikinci Komisyonunca 9/9/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde 1979 ile 2007 yılları
arasında sigortasız çalıştırıldığını ileri sürerek söz konusu dönemde ödenmeyen
bir kısım işçilik alacağının tahsili istemiyle Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve
Alkol İşletmeleri A.Ş. (TTA Gayrimenkul A.Ş.) ile Mey İçki San. ve Tic. A.Ş.
aleyhine 31/12/2010 tarihinde alacak davası açmıştır.
8. Dava kapsamında alınan bilirkişi raporunda, başvurucunun
hizmet süresiyle ilgili dosyada yazılı belge veya kayıt bulunmaması nedeniyle
tanık beyanlarına göre başvurucunun 1/6/1979 ile 1/1/2007 tarihleri arasında 27
yıl 7 ay çalıştığı kabul edilerek alacak hesabının bu süre üzerinden yapıldığı
belirtilmiştir.
9. Mahkeme 12/12/2012 tarihli ve E.2010/295, K.2012/295 sayılı
kararı ile başvurucunun Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde asgari ücretle çalıştığı,
anılan Kurumun 2007 yılında kapandığı, iş yerinin kapanmasıyla iş akdinin
feshedildiği ancak bir kısım işçilik alacağının ödenmediği gerekçeleriyle
bilirkişi raporundaki hesaplama doğrultusunda davalı TTA Gayrimenkul A.Ş.
yönünden davanın kısmen kabulüne; diğer davalı yönünden davanın husumet
nedeniyle reddine karar vermiştir.
10. Söz konusu kararın gerekçesinde başvurucunun anılan Kurumda
1/6/1979 ile 31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığı belirtilmiş; iş akdinin
fesih tarihi ise kararın bazı bölümlerinde 31/12/2006, bazı bölümlerinde ise
1/1/2007 olarak gösterilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Yapılan yargılama iddia, savunma, tanık
beyanları, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde,
tanık beyanlarına göre davacının davalılardan Tekel (Gayrimenkul A.Ş.)"ye ait
Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde 01/06/1979 ila
31/12/2006 tarihleri arasında temizlik ve yükleme boşaltma işlerinde
asgari ücret ile çalıştığı, davacının
çalıştığı Tekirdağ Tekel Müdürlüğünün 2007 yılında kapandığı, söz
konusu Müdürlüğün davalı Tekel"in Sigara Pazarlama ve Dağıtım A.Ş."ne bağlı olduğu, davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş.
tarafından Tekel"in içki fabrikalarının hisse satışı nedeniyle devir alındığı;
davacının çalıştığı Tekel Tekirdağ Başmüdürlüğünün ise bu devrin kapsamı
dışında kaldığı, dolayısıyla davacının davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş. nezninde herhangi bir çalışmasının bulunmadığı, bu yüzden
davanın davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş. yönünden husumet nedeniyle reddi
gerektiği, diğer davalı Tekel (unvan değiştirmekle Gayrimenkul A.Ş.) her ne
kadar yetki itirazında bulunmuş ise de 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanun"un 5.
maddesi gereğince iş mahkemelerinde açılacak her dava açıldığı tarihte
davalının Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde
bakılabileceği gibi işçinin işini yaptığı iş yeri için yetkili mahkemede de
bakılabileceği kuralı gereğince işin görüldüğü yer Tekirdağ olup, mahkememizin
yetkili olduğu anlaşılmakla, davalı Tekel vekilinin yetki itirazının kabule
şayan olmadığı, davacının iş akdi davalı iş
yerinin kapanması nedeniyle feshedildiğinden davacının kıdem ve
ihbar tazminatına hak kazandığı bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatının
taleplerinin davalı Tekel yönünden kabulü gerektiği, davacının çalıştığı
dönemde yıllık izinlerini kullanmadığı, izin ücretlerinin ödendiği hususunun da
davalı işveren tarafından iddia ve ispat edilemediği anlaşıldığından, davacının
izin ücreti talebinin kabulü gerektiği, ancak davacı taraf 23/11/2012 tarihinde
dava dilekçesini ıslah ederek ilk dava dilekçesinde talep ettiği kısımların
dışında bilirkişi tarafından hesaplanan tutar arasındaki fark alacakları ıslah
etmiş olup, davalı tarafından ıslah edilen kısım yönünden zamanaşımı itirazında
bulun[ul]muş olup, bir kısmı davacı tarafından dava
edilmeyen alacak kısmı için fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmuş olmasının
dava edilmeyen kısım açısından zamanaşımını kestiği kabul edilemeyeceğinden,
davacı tarafça dava edilen kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı fesihten itibaren
10 yıllık zamanaşımına tabi olması nedeniyle davalı tarafın kıdem ve ihbar
tazminatı yönünden ıslah edilen kısımlara ilişkin zamanaşımı defiine şayan bulunmamış olup, izin ücretinin ise akdin
fesih tarihinden itibaren 5 yıllık zamanaşımına tabi olup, akdin fesih tarihi olan 01/01/2007 tarihinden
ıslahtarihi olan 23/11/2012 tarihine kadar 5 yıldan
fazla süre geçtiğinden ıslah edilen kısım 5 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde
talep edilmediğinden davacı tarafın yıllık izin ücreti ile ilgili ilk dava
ettiği kısmı[n] kabulüne yıllık izin ücretlerinin ıslah edilen kısımları
zamanaşımına uğradığından bu kısımlar yönünden fazlaya ilişkin talebinin
reddine karar verilmek gerekmekte olup, davacının çalıştığı dönemde haftanın 5
günü 08:00 ila 20:00 saatleri arasında 2 haftada bir kere cumartesi günleri de
3 saat çalıştığı, böylece davacının ara dinlenmeleri düşüldükten sonra ayda 36
saat fazla çalışma yaptığı fazla çalışma ücretlerinin ödenmediği dolayısıyla
davacının fazla çalışma ücretine hak kazandığı, ancak davalı tarafın zamanaşımı
defininde bulunduğu, fazla çalışma ücretinin 4857
sayılı Kanun"un 32. maddesine göre 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, ücretin
hak edildiği tarihten itibaren 5 yıllık süre içerisinde talep edilmesi
gerektiği, dava tarihi olan 30/12/2010 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süre
olan 30/12/2005 ila akdin feshedildiği tarih
olan 31/12/2006 tarihleri arasındaki döneme ilişkin fazla mesai
ücretinin talep edilebileceği, bu tarihten önceki fazla mesai ücretlerinin
zamanaşımına uğradığı için reddi gerektiği, ihbar ve kıdem tazminatının Borçlar
Kanunu"nun 125. maddesine göre fesih tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımına
tabi olması, izin ücretinin ise fesih tarihinden itibaren 5 yıllık zamanaşımına
tabi olması, fesih tarihi olan 31/12/2006
ila dava tarihi olan 31/12/2010 tarihleri arasında 10 yıllık ve 5 yıllık
zamanaşımının dolmaması nedeniyle davalı tarafın bu alacak kalemleri yönünden
zamanaşımı savunmasının kabule şayan olmadığından reddi gerektiği, davacı taraf
her ne kadar fazla tatili ücreti alacağı talebinde bulunmuş ise de, tanık
beyanlarına göre davacının pazar günleri çalışmadığı anlaşıldığından davacı
tarafın hafta tatili çalışma alacağı talebinin reddi gerektiği, bilirkişi
tarafından hesaplanan fazla mesai ücreti alacağından yerleşik Yargıtay
kararları gereğince %25 hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle hüküm altına
alınması gerektiği anlaşılmakla davanın davalı Mey İçki San. A.Ş. yönünden
husumet nedeniyle reddine, davalı Tekel (Gayrimenkul A.Ş.) yönünden davanın
kısmen kabul ve kısmen reddi ile 14.646,75 TL kıdem tazminatı, 991.20 TL ihbar
tazminatı, 1.500,00 TL yıllık izin ücreti alacağı, 1.529,28 TL fazla mesai
ücretinin davalı Tekel A.Ş. (Gayrimenkul A.Ş.)"den tahsili ile davacı tarafa
ödenmesine, kıdem tazminatına akdin fesih
tarihi olan 01/01/2007 tarihinden itibaren bankalarca mevduata
uygulanan en yüksek mevduat faizi, diğer alacaklara ise dava tarihi olan
31/12/2010 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, davacı tarafın fazlaya
ilişkin fazla mesai ücreti ve yıllık izin ücreti taleplerinin reddine,
ispatlanamayan hafta tatili talebinin reddine karar verilmesi cihetine
gidilmiş[tir].”
11. Davalının temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 7. Hukuk
Dairesinin 5/11/2013 tarihli ve E.2013/5542, K.2013/18163 sayılı ilamı ile
onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir.
12. Başvurucu, bahsi geçen alacak davasının lehine sonuçlanması
üzerine bu defa sigortasız çalıştırıldığı sürenin tespiti için TTA Gayrimenkul
A.Ş. ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine aynı Mahkemede 27/12/2012
tarihinde hizmet tespiti davası açarak 1979 ile 2007 yılları arasında Tekirdağ
Tekel Müdürlüğünde çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
13. Mahkeme, 4/12/2013 tarihli ve E.2012/393, K.2013/529 sayılı
kararı ile sigortalılığın tespiti davasının ilgili Kanun gereğince en son
hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içinde açılması gerektiği,
somut davanın ise başvurucunun en son hizmetinin geçtiği 31/12/2006 tarihinden
beş yıl sonra açıldığı gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre yönünden reddine
karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkememizin 2010/295 esas sayılı dosyasının
mahkeme kaleminde yapılan araştırmada temyiz incelemesi için Yargıtay"a
gönderildiği, uyap üzerinden ve karar kartonundan
yapılan kontrolde, davacısı dosyamız davacısı, davalıları Tekel Genel Müdürlüğü
(Gayrimenkul A.Ş.) [ve] Meyçi İçki San. Tic. A.Ş.
olan işçi alacağı davası olduğu, 2012/295 karar numarası ile karara çıktığı,
söz konusu kararın kabul kısmında davacının
01/06/1979 ila 31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığının kabul edildiği, iş
akdinin 31/12/2006 tarihinde sona erdiğinin kabul edildiği ve bu tarihe göre
işçi alacaklarının hesaplanıp hüküm altına alındığı görülmüştür.
...
Yapılan yargılama, iddia, savunma, gelen
kayıtlar, tanık beyanları, Mahkememizin 2010/295 esas, 2012/295 karar sayılı
dosyası ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 506 sayılı yasanın
79/8. maddesi gereğince yönetmelikte tespit edilen belgeleri, işveren tarafından
verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilemeyen sigortalılar
çalıştıklarının, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl
içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse bunları
mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları üzerinden prim ödeme gün
sayılarının nazara alınacağının hüküm altına alındığı, dolayısı ile hakkında
herhangi bir işe giriş bildirgesi bulunmayan ve çalıştıkları kurumca tespit
edilmeyen kişilerin sigortalılığın tespiti davasının en son hizmetin geçtiği
yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerektiği, dolayısıyla davacının en son hizmetinin geçtiği 31/12/2006
tarihinden itibaren 506 sayılı yasanın 79. maddesinde öngörülen 5
yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılmadığı ve davanın 5 yıllık
süreden sonra 27/12/2012 tarihinde açıldığı anlaşıldığından davacı tarafın
talebi haklı ve yerinde görülmediğinden hak düşürücü süre yönünden davanın
reddine karar veril[miştir].”
14. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 10.
Hukuk Dairesinin 16/6/2014 tarihli ve E.2014/7926, K.2014/14720 sayılı ilamı
ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de
benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere
ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre,
yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun
olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.”
15. Nihai karar, başvurucuya 23/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş;
başvurucu 23/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar
Kanunu’nun 79. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:
“Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren
tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar,
çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde
mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme
kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara
alınır.”
17. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun 86. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından
verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar,
çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl
içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse,
bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme
gün sayıları dikkate alınır.”
18. 5510 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun;
a) Geçici 20 nci
maddesinin son fıkrası 1/1/2008 tarihinde,
b) 72 nci ve 73 üncü
maddeleri, geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrasının
(b) bendi, geçici 7 nci maddesinin son fıkrası,
geçici 9 uncu maddesinin bir ilâ dördüncü fıkraları ile geçici 17 nci maddesi, geçici 20 nci
maddesinin onikinci fıkrası 30/4/2008 tarihinde,
c) 60 ıncı
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (3) ilâ (8) ve (10) numaralı alt
bentleri ile (f) bendinde sayılanlar için genel sağlık sigortası hükümlerinin
uygulanmasına ilişkin olarak; 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (1), (2),
(8), (9), (10), (16), (17), (20), (22), (23), (24), (25), (26) ve (27) numaralı
bentleri, 63, 64, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 74, 75, 77, 78, 79 uncu
maddeleri, 80 inci maddesinin dördüncü fıkrası, 81 inci maddesinin birinci
fıkrasının (f) bendi ve ikinci fıkrası, 82 nci
maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları, 87 ilâ 89 uncu maddeleri, 97 nci maddesinin son fıkrası, geçici 1 inci maddesinin son
fıkrası, geçici 3 üncü maddesi, geçici 6 ncı
maddesinin dördüncü fıkrası, geçici 11 inci maddesinin ikinci fıkrası, geçici
12 inci maddesi hükümleri 1/7/2008 tarihinde,
d) Diğer hükümleri 2008 yılı Ekim ayı başında,
yürürlüğe girer.”
19. 5510 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964
tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve
2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949
tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun
geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi
sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı,
itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık
süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; 1979 ile 2007 yılları arasında Tekirdağ Tekel
Müdürlüğünde sigortasız çalıştırıldığını, bu çalışmaları karşılığında ödenmeyen
işçilik alacaklarının tahsili istemiyle açtığı alacak davasının lehine
sonuçlandığını, söz konusu davada iş akdinin 1/1/2007 tarihinde feshedildiğinin
tespit edildiğini, davanın lehine sonuçlanması üzerine aynı Mahkemede bu defa
sigortasız çalıştığı sürenin tespiti için hizmet tespiti davası açtığını ancak
iş yerindeki son hizmet tarihinin 31/12/2006 olduğu ve bu tarihten itibaren beş
yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçeleriyle davanın süre yönünden
reddedildiğini, Mahkemenin bu davada önceki kararıyla çelişkiye düşerek iş
akdinin fesih tarihini 31/12/2006 olarak kabul ettiğini, iş yerindeki en son
hizmet tarihinin 1/1/2007 olarak kabul edilmesi gerekirken Mahkemenin son
çalışma tarihi konusunda önceki kararıyla çelişir biçimde hatalı değerlendirme
yaparak davasını haksız olarak süre yönünden reddettiğini, temyiz ettiği bu
kararın Yargıtayca gerekçe belirtilmeden onandığını
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
23. Başvurucunun şikâyetinin özü, açmış olduğu hizmet tespiti
davası için ilgili kanunda öngörülen hak düşürücü sürenin hatalı hesaplanması
sonucunda davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının
Mahkeme tarafından incelenemediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun
iddialarının adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
26. Başvurucu, Mahkemenin son hizmet tarihi konusunda alacak
davasında verdiği kararıyla çelişir biçimde hatalı değerlendirme yapması
sonucunda hizmet tespiti davasını süre yönünden reddettiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa"da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
29. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını
anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili
erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak
kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye
ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki
belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu
hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, (k.k), B. No: 51307/99,
23/1/2003).
31. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
32. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların
hakkın özünü, zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi,
açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir
(Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38).
33. Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği
gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
34. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi
tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler; usul kurallarını uygularken bir
yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer
yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması
sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
35. Usul kurallarının hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim
hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
36. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da
kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
37. Başvuruya konu olayda başvurucu, sigortasız çalıştırıldığı
iş yerinde ödenmeyen bir kısım işçilik alacağının tahsili istemiyle alacak
davası açmıştır. Söz konusu dava kapsamında alınan bilirkişi raporunda, dava
dosyasında hizmet süresiyle ilgili yazılı belge veya kayıt bulunmaması
nedeniyle tanık beyanlarına göre başvurucunun 1/6/1979 ile 1/1/2007 tarihleri arasında
27 yıl 7 ay çalıştığı kabul edilerek alacak hesabı bu süre üzerinden
yapılmıştır.
38. Yargılama sonunda Mahkeme, başvurucunun asgari ücretle
çalıştığı iş yerinin 2007 yılında kapanmasıyla iş akdinin feshedildiği ancak
bir kısım işçilik alacağının ödenmediği gerekçesiyle anılan bilirkişi
raporundaki hesaplama doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve bu
karar Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
39. Söz konusu kararın gerekçesinde başvurucunun iş yerinde
1/6/1979 ile 31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığı belirtilmiş; iş akdinin
fesih tarihi ise kararın bazı bölümlerinde 31/12/2006, bazı bölümlerinde ise
1/1/2007 olarak gösterilmiştir (bkz. § 10).
40. Alacak davası lehine sonuçlanan başvurucu, bu defa
sigortasız çalıştığı sürenin tespiti için 27/12/2012 tarihinde hizmet tespiti
davası açarak 1979 ile 2007 yılları arasında Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde
çalıştığı hizmetlerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
41. Mahkeme, 506 sayılı mülga Kanun’un 79. maddesinin onuncu
fıkrası gereğince sigortalılığın tespiti davasının en son hizmetin geçtiği
yılın sonundan başlayarak beş yıl içinde açılması gerektiği, somut davanın ise
başvurucunun en son hizmetinin geçtiği 31/12/2006 tarihinden itibaren beş yıl
sonra açıldığı gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar
vermiştir.
42. Anılan kararın gerekçesinde daha önce görülen alacak
davasına atıf yapılmak suretiyle söz konusu davada başvurucunun 1/6/1979 ile
31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığının ve iş akdinin 31/12/2006 tarihinde
sona erdiğinin kabul edildiği, işçilik alacaklarının da bu tarihe göre
hesaplanıp hüküm altına alındığı dikkate alınarak başvurucunun en son hizmet
tarihinin 31/12/2006 olduğu ve bu tarihten itibaren Kanun’da öngörülen beş
yıllık hak düşürücü süre içinde davanın açılmadığı sonucuna varıldığı
belirtilmiştir.
43. Başvurucunun temyizi üzerine bu karar, Yargıtay 10. Hukuk
Dairesinin 16/6/2014 tarihli ilamı ile onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir.
44. 506 sayılı mülga Kanun’un 79. maddesinin onuncu fıkrası ile
5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin sekizinci fıkrasında hizmet tespiti
davaları için beş yıllık hak düşürücü süre öngörülmüş olup bu sürenin
başlangıcı konusunda çalışanların “hizmetlerinin geçtiği yılın” sonunun esas
alınacağı belirtilmiştir (bkz. §§ 16, 17).
45. Başvuru konusu hizmet tespiti davasında Mahkeme,
başvurucunun iş yerindeki en son hizmetinin 31/12/2006 tarihinde
gerçekleştiğini kabul ettiğinden bu tarihten itibaren beş yıl içinde açılmayan
davada hak düşürücü sürenin geçtiği sonucuna varmıştır. Mahkemenin bu kabulüne
göre somut davada hak düşürücü sürenin 31/12/2011 tarihinde dolduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucu ise iş yerindeki çalışmasının 1/1/2007 tarihine
kadar sürdüğünü iddia etmiş olup başvurucunun bu iddiasının kabul edilmesi
hâlinde hizmet tespiti davası 2007 yılının sonundan itibaren beş yıl içinde
yani 31/12/2012 tarihine kadar açılabilecek ve somut davanın açıldığı tarih
27/12/2012 olduğundan hak düşürücü süre geçirilmemiş olacaktır.
46. Başvurucu, en son hizmet tarihi 1/1/2007 olduğu hâlde
Mahkemenin alacak davasında verdiği kararla çelişkili şekilde hatalı
değerlendirme ve uygulama yapıp iş akdinin fesih tarihini 31/12/2006 kabul
ederek davasını haksız biçimde süre yönünden reddettiğinden şikâyet etmiştir.
47. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın
yorumlanması ve uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu
yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa
Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden
yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015,
§ 40).
48. Bu kapsamda başvuru konusu davada, başvurucunun daha önce
açtığı ve lehine sonuçlanan alacak davasındaki tespitlerle çelişen bir kabul
bulunup bulunmadığı, dava açma süresinin belirlenmesine esas alınan son hizmet
tarihi konusunda açıkça hukuka aykırı yanlış uygulama ya da yanlış hesaplama
yapılıp yapılmadığı ve dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir ihlal bulunup bulunmadığı incelenecektir.
49. Başvuru konusu hizmet tespiti davasında Mahkeme, daha önce
görülen alacak davasına atıf yapmak suretiyle söz konusu davada başvurucunun iş
akdinin 31/12/2006 tarihinde sona erdiğinin kabul edildiğini, işçilik
alacaklarının da bu tarihe göre hesaplanıp hüküm altına alındığını dikkate
alarak başvurucunun iş akdinin 31/12/2006 tarihinde sona erdiği sonucuna
ulaşmış ise de bu karara dayanak yapılan alacak davasına ilişkin gerekçeli
karar incelendiğinde başvurucunun iş akdinin fesih tarihinin, kararın bazı
bölümlerinde 31/12/2006, bazı bölümlerinde ise 1/1/2007 olarak gösterilmiş
olduğu, başvurucunun “hizmetlerinin geçtiği” son tarih konusunda kesin bir
belirleme yapılmadığı görülmektedir (bkz. § 10). Bunun yanı sıra alacak
davasında hükme esas alınan ve başvurucunun alacaklarının hesaplandığı bilirkişi
raporunda başvurucunun 1/6/1979 ile 1/1/2007 tarihleri arasında 27 yıl 7 ay
çalıştığı kabul edilerek alacak hesabı yapılmış (bkz. § 8) ancak 1/1/2007
tarihinin hizmet süresi içinde kabul edilip edilmediği belirtilmemiştir. Buna
rağmen gerekçeli kararda, başvurucunun 1/1/2007 tarihi itibarıyla çalışması
bulunup bulunmadığı, bir başka ifadeyle bu tarihin çalışma süresine dâhil olup
olmadığı hususu tereddütsüz şekilde aydınlığa kavuşturulmamıştır.
50. Öte yandan aynı kararda, başvurucunun Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde
asgari ücretle çalıştığı, anılan Kurumun 2007 yılında kapandığı, iş yerinin
kapanmasıyla başvurucunun iş akdinin feshedildiği belirtilmiştir. Ay ve gün
belirtilmeksizin sadece yıl zikredilerek yapılan bu belirlemenin, başvurucunun
son hizmetinin 2007 yılı içinde gerçekleşmiş olduğu şeklinde anlaşılmaya müsait
olduğu açıktır. Bunun yanı sıra anılan tarihin yılbaşı olması itibarıyla genel
tatil günü olduğu, tatil olan bir günde iş akdinin feshi işleminin ne şekilde
yapıldığının da kararda yeterince tartışılmadığı görülmüştür.
51. Başvurucunun iş yerindeki “hizmetlerinin geçtiği” son tarih
alacak davasında açık ve net bir şekilde tespit edilmemiş olmasına rağmen
başvuruya konu hizmet tespiti davasında Mahkemece, bu hususta ayrıca bir
araştırma ve değerlendirme yapılmadan alacak davasındaki kesin olmayan birtakım
tespitlere dayanılarak ve dava açma süresi konusunda başvurucunun yanılgıya
düşmesinde alacak davasına ilişkin gerekçeli kararda başvurucunun iş akdinin
fesih tarihinin kararın bazı bölümlerinde 1/1/2007 olarak gösterilmesinin
etkili olup olmadığı hususu değerlendirilmeden davanın süre yönünden
reddedilmesinde bariz takdir hatası bulunduğu kanaatine varılmıştır.
52. Sonuç olarak başvuru konusu davanın süre yönünden
reddedilmesiyle başvurucunun emeklilik haklarını doğrudan ilgilendiren davadaki
esasa ilişkin iddiaların görüşülmesi imkânının ortadan kalktığı, dava açma
süresinin başlangıcı için esas alınacak tarih olan iş yerindeki son hizmet
tarihiyle ilgili yeterli araştırma yapılmamasının başvurucunun mahkemeye
erişimine zarar verdiği açıktır. Bu nedenle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
54. M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
56. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
57. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere Tekirdağ İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA M. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamında
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ İş Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/10/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun, sigortasız çalıştırıldığı sürenin tespitine
ilişkin olarak açtığı davanın süre yönünden reddedilmesi ve mahkeme kararının Yargıtayca onanması üzerine Mahkememize yaptığı bireysel
başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiş ve kabul edilebilir
bulunarak ihlal kararı verilmiştir.
Kararın gerekçesinde,
başvuruya konu olan davada mahkemece daha önce görülen alacak davasına atıf
yapılmak suretiyle başvurucunun iş akdinin 31/12/2006 tarihinde sona erdiğinin
kabul edildiği, ancak söz konusu kararın bazı bölümlerinde bu tarihin yanında
1/1/2007 tarihinden de söz edildiği, kararda 1/1/2007 tarihinin çalışma
süresine dahil olup olmadığının tereddütsüz şekilde aydınlığa kavuşturulmadığı,
bu hususta ayrıca bir araştırma ve değerlendirme yapılmadan, önceki davadaki
tespitlere dayanılarak davanın süre yönünden reddedilmesinde bariz takdir
hatası bulunduğu belirtilmiştir.
Başvuru konusu olmayan önceki mahkeme kararında başvurucunun
işten ayrılma tarihi konusunda çelişkiler bulunmakla birlikte bu farklılıkların
başvuru konusu yargılamada ortaya çıkmadığı ve mahkemenin makul bir şekilde bu
tarihlerden 31/12/2006’yı (yani yıl sonunda işten ayrılma tespitini) esas
aldığı anlaşılmaktadır.
Nitekim önceki mahkeme kararına esas alınan bilirkişi raporunda
da başvurucunun 1/6/1979’dan itibaren 27 yıl 7 ay çalıştığı kabul edilerek
alacak hesabı yapıldığından, işten ayrılma tarihinin 31/12/2006 olması
gerektiği, 1/1/2007 tarihinin çalışma süresine dahil olması hâlinde
başvurucunun 27 yıl 7 ay 1 gün çalışmış olduğunun kabulünün gerekeceği sonucuna
varıldığı düşünülmektedir. Bu itibarla önceki kararda işten ayrılma tarihi
olarak iki ayrı tarihten söz edilmesinin önceki mahkeme kararına ait maddî bir
hata (bir yazım hatası) olduğu, başvuru konusu mahkeme kararında başvurucunun
işyerindeki son hizmet tarihiyle ilgili olarak araştırılması ve aydınlığa
kavuşturulması gereken bir belirsizliğin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince varılan sonucun esas
yönünden adil olup olmamasının bireysel başvuru incelemesine konu olamayacağı,
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddî ve hukukî hataların da, bariz takdir
hatası bulunmadıkça bireysel başvuru incelemesinde ele alınamayacağı ve bu
çerçevede Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesinin söz konusu olamayacağı
bilinmektedir.
Söz konusu tarihlerden 31/12/2006’nın esas alınmasında adaleti
ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası bulunmadığı gibi, bu
değerlendirmenin ve ulaşılan sonucun başvurucunun süresi içinde tespit davasıaçmasını imkânsız kıldığı da söylenemez.
Bu sebeple, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekirken, kabul edilebilir bulunarak
esasına geçilmesi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Diğer taraftan, kararın gerekçesinde, başvuruya konu davanın
süre yönünden reddedilmesiyle başvurucunun emeklilik konusundaki esasa ilişkin
iddialarının görüşülmesi imkânının ortadan kalktığı ve mahkemeye erişim hakkına
yönelik açık bir ihlalin bulunduğu belirtilmiştir.
Bilindiği gibi, mahkemeye erişim hakkı mutlak değil,
sınırlandırılabilen bir haktır. Kuşkusuz, bu hakka getirilecek sınırlamaların
da kararlarımızda belirtilen şartları taşıması gerekmektedir. Başvuru konusu
olan davanın, Kanunda öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği
gerekçesiyle reddedilmesinin kanuni dayanağının bulunduğu, hizmetlerin geçtiği yılın
sonundan başlayarak beş yıllık dava açma süresi öngörülmesinin meşru bir amaç
taşıdığı ve mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmediği veya aşırı
zorlaştırmadığı için ölçüsüz de olmadığı düşünülmektedir.
Yukarıda belirtilen sebeplerle, başvuruya konu red kararında bariz takdir hatası bulunmadığı ve yapılan
yorum ve değerlendirmelerin mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmediği veya
aşırı zorlaştırmadığı düşüncesiyle, çoğunluğun kabul edilebilirlik ve ihlal
yönündeki kararına katılmıyorum.
|
|
|
|
Üye M. Emin KUZ |