Esas No: 2014/11076
Karar No: 2014/11076
Karar Tarihi: 27/10/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BERAT AĞARDAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/11076) |
|
Karar Tarihi: 27/10/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Nahit GEZGİN |
Başvurucu |
: |
Berat
AĞARDAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; başvurucunun babasının, tedavi gördüğü Devlet
Hastanesinde yaşamını yitirmesi üzerine sorumlular hakkında Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2014 tarihinde Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun babası olan Hasan Çatıktaş
2/10/2011 tarihinde Ermenek ilçesinde ağaçtan düşerek yaralanması nedeniyle
önce Ermenek Devlet Hastanesine kaldırılmış, ileri tetkik ve tedavisinin
yapılabilmesi için buradan sevk edildiği Karaman Devlet Hastanesinde (Devlet
Hastanesi) 3/10/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
6. Başvurucu, babasının hatalı tıbbi müdahale sonucu yaşamını
yitirdiği iddiasıyla Karaman Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet
Başsavcılığı) 4/11/2011 tarihinde müracaat ederek sorumluların cezalandırılması
talebiyle şikâyetçi olmuştur.
7. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından taksirle ölüme neden olma
ve görevi ihmal suçlarından yapılan soruşturma sonucunda, Devlet Hastanesinde
doktor ve hemşire olarak görev yapan şüpheliler hakkında 26/3/2014 tarihinde
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"...Soruşturma kapsamında şüphelilerin
müştekiye yönelik uyguladıkları müdahalede tıbbi gerekliliklere uygun davranıp
davranmadıkları, kusur ve ihmallerinin bulunup bulunmadığı, müteveffanın
ölümüne etki edip etmedikleri hususlarında hazırlanan bilirkişi raporunda ve
İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulundan alınan heyet
raporunda, müteveffanın Karaman Devlet Hastanesinde muayene takip ve tedavisine
katılan hekimlerin ve yardımcı sağlık personelinin atfı kabil kusurunun
bulunmadığının belirtildiği anlaşılmıştır. Tüm soruşturma kapsamında toplanan
deliller ışığında şüpheliler hakkında müsnet suçları
işlediklerine dair müşteki iddiası dışında kamu davası açılması için yeterli
şüphe oluşturacak delil bulunmadığından kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına
(karar verilmiştir)"
8. Başvurucunun bu karara itirazı, Ereğli Ağır Ceza Mahkemesinin
9/5/2014 tarihli ve 2014/362 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak
reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinde; müteveffa
Hasan Çatıkkaş"ın 02/10/2011 tarihinde Karaman ili
Ermenek ilçesinde ceviz toplarken ağaçtan düşmesi sonucu gerekli tedavinin
yapılabilmesi için Ermenek Devlet Hastanesinden Karaman Devlet Hastanesine
sevkinin yapıldığı, burada müteveffanın tedaviye yanıt vermeyerek yüksekten
düşme ile husulü mümkün beyin ödemi, iç organ hasarı ve yelken göğse bağlı
solunum yetmezliğinin müşterek etkisi neticesinde vefat ettiği, ilgili hastane
personeli hakkında başlatılan soruşturma neticesinde Karaman İl İdare Kurulu
Müdürlüğü"nün 31/01/2012 tarihli 03 K. numaralı kararıyla soruşturma izni
verilmemesine karar verildiği, bu karara müşteki tarafından itiraz edildiği,
Konya Bölge İdare Mahkemesi"nin 28/03/2012 tarihli, 2012/96 E. 2012/92 K.
numaralı kararıyla, Karaman İl İdare Kurulu Müdürlüğü"nün 31/01/2012 tarihli 03
K. numaralı kararı kaldırılarak ilgili hastane personeli hakkında soruşturma
izni verilmesine karar verildiği, ilgili hastane personeli şüphelilerin alınan
ifadelerinde yüklenen suçlamayı kabul etmediklerini beyan ettikleri, Adli Tıp
Uzmanı Doç.Dr. Ş... D... tarafından tanzim edilen
01/08/2013 tarihli bilirkişi raporu ile müteveffanın durumu ile ilgili olarak
hasta yakınlarına aydınlatmanın yapıldığı, tedavi ile ilgili iznin alınmış
olduğu, kayıtların düzenli tutulmuş olduğu, tıbbi müdahalenin hukuka uygun
olduğu, müteveffanın tanı, tedavi ve tıbbi girişimlerinin tıp bilimi ve dünya
tıp standartlarına uygun olarak yapıldığı, ilgili hastane personelinin
kusurlarının bulunmadığı hususlarının mütalaa edildiği, Adli Tıp Kurumu
1.İhtisas Kurulu"nun 19/02/2014 tarihli,
26865286-101-01-02-14/28.01.2014/14954/585 sayılı raporu ile müteveffanın
travmaya yönelik muayene ve tetkiklerinin yapıldığı, uygun konsültasyonların ve
gerekli filmlerin istendiği, takip ve tedavi amaçlı yoğun bakıma yatırıldığı,
müteveffanın muayene, takip ve tedavisine katılan hekimlere ve yardımcı sağlık
personeline atfı kabil kusur bulunmadığı hususlarının mütalaa edildiği
anlaşılmış, bu itibarla Karaman Cumhuriyet Başsavcılığı"nın 26/03/2014 tarihli,
2014/1607 K. numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı usul ve yasaya
uygun bulunmuştur."
9. Bu karar başvurucuya 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup
başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 3/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
10. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
11. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
12. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve
E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:
"(...)
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır (BK. 386-390). Vekil
vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden
sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için
gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli
olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel
olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle
davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK.321/1.md.). O
nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa,
sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi
için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan
zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri
eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak
zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve
bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri
arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde
tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en
emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki bir iş gören
doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat
göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi
ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla
birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.
(...)"
13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.
2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı şöyledir:
“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü
iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi
doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen
doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.
…”
14. Danıştay 15. Dairesinin 9/4/2014 tarihli ve E.2013/5560,
K.2014/2559 sayılı kararı şöyledir:
"(...)
Dava; davacı tarafından, 04/01/2008 tarihinde
Trabzon Numune ve Araştırma Hastanesi"nde gerçekleşen guatır
ameliyatı sonucu ses tellerinin kesilmesi ve felç olmasında idarenin hizmet
kusuru bulunduğundan bahisle 30.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi olmak
üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın davalı idareden olay tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmininekarar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesi"nce; Adli Tıp 3.
İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 03/09/2010 gün ve 8034 sayılı bilirkişi
raporunda; "hasta hakkında, tiroid
sintigrafisinde multinodüler olduğu USG hafif diffüz sol lopta 15x10 mm.lik
nodüllerin küçük olduğu, sağda 6,5 mm.lik kistik solid ufak nodül olması
dikkate alındığında ameliyat endiksiyonunun uygun
olmadığı, ameliyattan önce biyopsi yapılmamasının eksiklik olduğu, hipoparatroidizim tablosunun, calsiyum
ve parat hormon düzeylerinin eplasman
tedavisini gerektirmediği, geçici hipoparatirodi
olduğu, bilaüteral total operasyonunun tıbbi
uygulamalarının uygun olduğu, bilatüreal kord vokal paralizisinin komplikasyon olduğu, operasyon
öncesi biyopsi yapılmaması ve endiksiyonun ameliyat
kararı alınmasında yeterli olmadığı nedeniyle (doktor) A. B."nin uygulamasının tıp kurallarına uygun olmadığı
oybirliğiyle mütalaa olunur." görüşlerine yer verildiği, hazırlanan rapor doğrultusunda,davacının fonksiyon kaybına uğramasında
idarenin yürütülen tedavide hizmet kusurunun bulunduğu,sonucuna
varılarak kusurlu eylemi ile davacının fonksiyon kaybına uğramasına neden olan
davalı idarenin, davacının bu nedenle uğradığı zarara karşılamakla yükümlü
olduğu, davacının uğradığı efor kaybının belirlenmesi amacıyla yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi tarafından düzenlenen 23.11.2012 kayıt
tarihli raporundan, tüm vücut fonksiyon kaybı olan %40 oranına göre 109.898,00
TL olarak hesaplandığı bu durum karşısında, bilirkişi raporunda belirtilen efor
kaybı miktarının davacı tarafından talep olunan şekliyle 30.000,00 TL maddi ve
30.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte, davalı idarece ödenmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
(...)
Trabzon İdare Mahkemesi"nin 28/12/2012 tarih
ve E:2009/595; K:2012/1509 sayılı kararının ONANMASINA."
15. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve
E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:
"(...)
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava
açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, Karaman Devlet Hastanesinde doktor ve hemşire
olarak görev yapan şüphelilerin hatalı tıbbi müdahalede bulunarak babasının
ölümüne neden olmalarına rağmen Karaman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yürütülen soruşturmada yeterli araştırma yapılmadan ve tanıkları dinlenmeden
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek Anayasa’nın 17.
ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş, olay hakkında yeniden soruşturma başlatılması ve
sorumluların cezalandırılması talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak
incelendiğinde başvurucunun temel olarak yaşam hakkı kapsamında etkili bir
soruşturma yürütülmemesinden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucu
tarafından adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen tüm
iddialarının Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
19. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Hasan Çatıktaş, başvurucunun babasıdır. Bu nedenle başvuru
ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
21. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
22. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa"nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını(,)
beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini"
düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceği kurala
bağlanmıştır.
23. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına
yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek
zorundadır (Nail Artuç,
B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
24. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu
usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının
esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine
bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten
sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de
geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari, hatta disiplinle ilgili
hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
25. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yaşam hakkının ihlaline
kasten sebebiyet verildiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında
devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif
yükümlülük sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek
nitelikte soruşturmaların yürütülmesini mecburi kıldığından bu tür durumlarda
mağdurlara sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı kapsamındaki ihlali gidermek ve
mağdur sıfatını ortadan kaldırmak bakımından yeterli değildir. Ancak yaşam
hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, özellikle tıbbi
ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının bulunduğu hâllerde
mağdurlara yalnızca hukuk mahkemelerine ya da hukuk mahkemeleri ile birlikte
ceza mahkemelerine başvurma imkânının sağlanmasıyla etkili bir yargısal sistem
kurma yönündeki pozitif yükümlülük yerine getirilmiş sayılabilir (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016,
§ 78).
26. Somut olayda ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucunun
kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu,
yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan
personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından
talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucu, babasının ölümünden sorumlu
olduğunu düşündüğü kişiler aleyhine haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden
kaynaklanan sorumluluk kapsamında yetkili hukuk mahkemesinde tazminat davası
açabilir. Üçüncü bir yol olarak ise başvurucu, yaşanan olayda hizmet kusuru
bulunduğu gerekçesiyle ilgili kamu idaresi aleyhine idari yargıda tam yargı
davası açabilir.
27. Başvurucu, somut olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü
görevliler hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması
talebinde bulunmuş olmakla birlikte hastanenin veya ilgili görevlilerin
sorumluluklarına ilişkin herhangi bir hukuki yola başvurmamıştır. Bu durumda
üzerinde durulması gereken husus -somut olayın koşulları çerçevesinde- yaşam
hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili
bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün
anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan, B. No:
23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve
Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71).
28. Bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve
belgeler ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde, olayın kasti bir
tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana
geldiği koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı
anlaşılmaktadır. Başvurucu da söz konusu olayın ilgili kamu görevlileri
tarafından babasına zarar vermek kastıyla gerçekleştirildiği yönünde bir iddia
ileri sürmemiştir.
29. Dolayısıyla Anayasa"nın 17. maddesi bağlamında devletin
sahip olduğu "etkili bir yargısal
sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda
mağdura adli ya da idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tazminat ya da
tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
30. Başvurucu, babasının ölümüyle neticelenen olayda ihmali
olduğunu ileri sürdüğü görevliler hakkında suç duyurusunda bulunarak
cezalandırılmaları talebinde bulunmuş olmakla birlikte Türk hukuk sistemindeki
mevcut hukuki yollardan olan ve hem ilgili personelin veya idarenin
mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde meydana geldiği ileri
sürülen zararın ödenmesini sağlayabilecek olan hukuk mahkemelerinde tazminat
davası ya da idari yargıda tam yargı davası açma imkânını kullanmamıştır.
31. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin verdiği
kararlarında sıklıkla belirttiği üzere ilgili mevzuat ile Yargıtay ve Danıştayın konu hakkındaki içtihatları (bkz. §§ 10-15)
dikkate alındığında ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere
karşı da ilgili kişi veya kurumlar aleyhine adli ya da idari yargı önünde
açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu
görülmektedir (Kenan Sayın, B.
No: 2013/5376, 14/10/2015, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B.
No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64). Bu nedenle başvuru konusu olay açısından
ihlale neden olduğu ileri sürülen eylem için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
32. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun, yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
29/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.