Esas No: 2014/7875
Karar No: 2014/7875
Karar Tarihi: 16/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
M. T. A. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/7875) |
|
Karar Tarihi: 16/11/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
M. T. A. |
Vekili |
: |
Av. Derya
AKAT KISA |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurununKomisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen
bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı
hareketlerde bulunduğuna dair gönderilen ihbar mektubu üzerine başvurucu
hakkında idari tahkikat başlatılmış ve tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri
tarafından 26/4/2012 tarihinde ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
8. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 91. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 20/6/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
20/6/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından, 21/9/2012 tarihinde
Genelkurmay Başkanınca onaylandıktan sonra Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve
Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 22/10/2012 tarihli ve 2012/715 sayılı üçlü kararname
ile ayırma süreci tamamlanmıştır.
9. Başvurucu; istihbarat birimindeki görevliler tarafından
3/4/2012 tarihinde sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin
ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini belirterek ayırma işleminin iptali
talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
Birinci Dairesinde 3/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dava dilekçesinde
başvurucu; ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin
gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin
anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve
baskı altında yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi
olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu
neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını,
takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate
alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı
olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca kamu
hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 29/5/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir
defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, mesleki sicil ortalamalarının çok
iyi seviyede olduğu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı
vurgulanmıştır. Ayrıca özel hayatın gizliliği kapsamında kalması gereken
bilgilerin ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun
disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu
ayırma işleminde ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka
aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 8/10/2013 tarihli ve E.2013/93,
K.2013/948 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun
profesyonel ve muvazzaf bir rütbeli olduğu, beyanlarından dolayı disiplin
işlemine tabi tutulacağını bilebilecek ve algılayabilecek durumda olduğu, ifade
alma işleminden önce bir süre bekletilmesinin günlük yaşantısında değişiklik
yaratsa bile bu durumun aynı yaş ve fizikteki bir insan bakımından dahi yasak
usul olarak addedilemeyeceği, gerçeğin söylenmesinin lehe olacağı hususunda
uyarı yapılmasının kanuna aykırı vaat kapsamında olmadığı, TSK"nın itibarını
sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle İstihbarat
Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında başvurucunun ifadesine
başvurulduğu, 3/4/2012 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel
birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucunun iyi
ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı ve TSK"nın itibarını zedeleyecek tavır ve
davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin
objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı
dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
14. Karara katılmayan bir üye tarafından kaleme alınan karşı oy
yazısında, kişinin kendi ifadesine dayanılarak hakkında olumsuz bir işlem tesis
edilmesinin hukuken mümkün olmadığı, 3/4/2012 tarihli ifadenin başvurucunun
özel hayatı dâhil tüm yaşantısını sorgulayan bir çerçeveyi kapsadığı, böylesi
bir ifade alım tarzı nedeniyle işlemin hukuken şüpheli hale geldiği, genel
mahiyette ve geniş bir zaman kesitini kapsayacak şekilde alınması nedeniyle
ifadenin hukuken geçerli olmadığı hususunun daima gündemde kalacağı, ayırma
işlemine esas alınan tek dayanağın başvurucunun somut bilgi, belge ve olgularla
desteklenmeyen soyut ifadesi olduğu ayrıca başvurucunun sicil notu
ortalamasının mükemmel seviyede olduğu, bu hususlar dikkate alınmadan tesis
edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu şeklinde değerlendirmelere yer
verilmiştir.
15. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 12/4/2014 tarihli ve E.2013/1192, K.2014/401 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 14/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16.2/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
17. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun ayırma işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi
istenmiştir.
18. Anayasa Mahkemesine 3/6/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesi neticesinde Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata
karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 3/4/2012 tarihinde başvurucunun
ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun
ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı
şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan”
kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
tespit edilememiştir. Anılan ifade metninde başvurucuya bugüne kadar nerelerde
görev yaptığı, görev yaptığı yerlerde veya diğer şehirlerde yaşayan kadınlarla
olan ilişkileri ve yaşadıkları, kendisine izletilen videonun ne zaman, kiminle
ve nerede çekildiği, benzer görüntülerin bulunup bulunmadığı, daha önce
herhangi bir nedenle disiplin cezası alıp almadığı hususlarının sorulduğu
görülmüştür. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte
olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki
ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
19. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 50.
maddesi; 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu’nun 13., 17. ve 39. maddeleri; 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Yönetmeliği’nin 86. maddesi; Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan 91. ve 92. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına
ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edildiğini ve bu bilgilerin
ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ayırma
işlemine gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı
hususu değerlendirilmediğini, istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle
elde edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, yalnızca kendisini ilgilendiren ve
mesleğiyle ilgisi olmayan özel hayat alanına ilişkin bilgiler üzerinden tesis
edilen ayırma işlemi nedeniyle Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 125. maddeleri ile
güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti
ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
22. Başvurucu, mahrem alanına ilişkin bilgiler içeren başvuru
hakkında verilecek kararın yayımlanması söz konusu olabileceğinden kimliğinin
gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder ( Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka
aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere dayanılarak hakkında ayırma
işlemi tesis edilmesidir. İhlal iddialarının niteliği gereği başvurunun
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
25. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas
ve usuller kanunla düzenlenir.”
26. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
27. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
28. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı, bireyin
mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını mümkün
kılmaktadır (Serap Tortuk,
§ 33).
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) denetim
organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mesleki hayat çerçevesinde kişilerin
özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna
ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden
alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu
vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
30. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin kendi özel hayatına
saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği
hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında
güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının
ve bu alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı
kapsamında olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin
gizliliğinin korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi
kapsamında değerlendirilmektedir (Şengül
Kayan, B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
31. “Ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi
tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma
kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte
özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin
önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar
temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının başvurucunun özel hayatının
gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri, işlevsel niteliği
haizdir (Serap Tortuk,
§ 38).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
34. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
35. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelenmesinde kanunilik ölçütünün ve müdahaleyi haklı kılan
sebeplerin var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
36. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 91. ve 92. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
37. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
başvurucu hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması
ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî
güvenliğin korunması amacını taşıdığı dolayısıyla özel hayatın gizliliği
hakkına ilişkin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
38. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 42).
39. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
40. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı; öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
41. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup
koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, §
45).
42. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
43. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
44. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§ 60).
45. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
46. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda ahlak dışı hareketlerde bulunduğuna dair gönderilen
ihbar mektubu üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı
görülmüştür. Bu kapsamda Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ifadesinin
alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun
3/4/2012 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu
ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının
belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu
hususunun da açıklanmamış olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları
yanıtladığı, geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve
cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır.
47. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
48. AYİM Birinci Dairesinin 8/10/2013 tarihli ve E.2013/93,
K.2013/948 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve
anılan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 13).
49. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleriyle ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal
makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal
ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden
özenli bir yaşam sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine
yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
50. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki oluşturduğu
bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği anlaşılmaktadır. Bu
bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da
istisnai tedbir mahiyetinde olması başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek
en son önlem niteliğinde olması gerekir.
51. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
52. Bu durumda muhakeme sırasında başvurucunun; açık ve somut
bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu
anlaşılan söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin
açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini
adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden başvurucunun
yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi
haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul
edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş sicili ve
başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği,
sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan
başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek
en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli
özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 320.000 TL maddi ve
manevi tazminat talep etmiştir.
56. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir..
V. HÜKÜM
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.