Esas No: 2014/7400
Karar No: 2014/7400
Karar Tarihi: 16/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MELİKE AKSOY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/7400) |
|
Karar Tarihi: 16/11/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Melike AKSOY |
Vekili |
: |
Av. Saim
BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi ve eşinin
kardeşi öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 11/4/2016
tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından
görüş sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, eşinin ve eşinin kardeşinin terör örgütü
mensupları tarafından 16/9/1994 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Kaleyolu köyü
Sarıgan mezrasına yapılan baskında öldürüldüğünü, bu
özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 21/1/2011 tarihli ve 2011/1-572 sayılı kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer
alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Kaleyolu
köyünün boşaltılmadığı, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığı, köyde
1990 ile 2000 yılları arasında ciddi bir nüfus yaşadığı anlaşıldığından talebin
reddine karar vermiştir.
11. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman
İdare Mahkemesine devredilmiştir.
12. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/2164,
K.2011/1360 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
“...Batman İl Jandarma Komutanlığı"nın 25.03.2011 tarih ve
0490-18647-11/Ter.Suç.Ks
sayılı Batman Valiliği"ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin
yazısından; Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı
Mezralarının1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade
edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve
3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 17.11.2009
tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla
Köyü"ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği
ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 39 hanenin
ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 758, 1997 yılında 505, 2000 yılında,
590 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 4.09.2009 tarih
ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında
muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA"ya
gönderildiği, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 27.04.2006 tarihli
yazısından, Kaleyolu Köyü İlköğretim Okulu"nuneğitim
ve öğretime açık olduğunun ifade edildiğigörülmektedir.
Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu
Kaleyolu Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç
etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması
diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve
davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle,
5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu
işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...”
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3013, K.2013/487 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 12/11/2013
tarihli ve E.2013/11960, K.2013/8163 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar
düzeltme kararı, başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca 16/9/1994 tarihinde eşinin ve eşinin kardeşinin öldürülmesine
dair özel durumu dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut
gerekçesine ve şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmamasına dayanılarak sunduğu belgeler değerlendirilmeden idare tarafından
sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu belgeler tebliğ edilmemek suretiyle
kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını
belirtmiştir.
20. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı
olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, aynı köyden başvuru yapan
kişilere tazminat verilirken kendisine tazminat verilmediğini ve ayrımcılık
yapıldığını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin
yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233
sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı
makamlarınca talebinin reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında yürütülen
işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7.,
10., 35., 36., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında bir giderim
sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan
ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının
incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal
iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal
iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve akabinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarda, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
28. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş ve bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında,
başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanıp
karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgelerin değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak
tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
32. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
35. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının değerlendirilmesi
hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu
etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri kararlarında
denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
36. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının çeşitli idari
kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında Derece
Mahkemesince değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
12), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. §§ 13, 14)kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
39. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (20/7/2006) ile nihai karar tarihi (12/11/2013) arasında geçen 7 yıl 3
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
.
2. Esas Yönünden
44. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
ve açtığı davanın eşi S.A.nın
ve eşinin kardeşi A.A.nın PKK tarafından öldürülmesi
noktasındaki özel durumu nazara alınmaksızın, kendisine yönelik bir terör
tehdidi ya da saldırısının bulunmaması gerekçesiyle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
45. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde açıkça terör dışındaki
ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu belirtilmiştir.
46. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek ve güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareket ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
47. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi
tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin
iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu belirtilerek, açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen Derece Mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
48. Somut olayda başvurucunun, eşinin ve eşinin kardeşinin terör
örgütü mensuplarınca öldürülmesinden kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü
terk ettiğini ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin
tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece Mahkemesine ibraz ederek yerleşim
yerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği
noktasındaki özel durumunun nazara alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
.
49. Bu çerçevede başvurucunun en yakın aile fertlerinden olan
eşi ve eşinin kardeşinin terör örgütü mensuplarınca öldürülmesi hakkında
yargılama dosyalarındaki somut bulgular, tespit tutanakları nazara alındığında
belirtilen olay akabinde başvurucunun yerleşim yerinden ayrıldığı iddiası
karşısında başvurucunun taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilebilmesi için nesnel ölçütten yararlanılması tek başına yeterli
olmayıp yerleşim yerlerini terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle terk edip etmediği noktasında farklı bir karine
veya ölçüt arayışına girilmesi gerekmesine rağmen Derece Mahkemesince anılan
incelemelerin yapılmadığı tespit edilmiştir. Talepler hakkında değerlendirme
yapılırken başvurucunun özel durumunun incelenmesi, Kanun’un amacının yanı sıra
eşi ve eşinin kardeşi terör örgütü mensuplarınca öldürülen başvurucunun terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile yerleşim yeriniterk
edip etmediği konusundaki maddi vakıanın tespitine de uygun görülmektedir.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa"nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
52. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
53. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
56. Başvurucunun adli yardım talebi kabul edildiği ve ihlal
kararı verildiği için yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde
bırakılmasına ve 1.800 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
F. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.