Esas No: 2014/6992
Karar No: 2014/6992
Karar Tarihi: 16/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MUSTAFA CELASİN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/6992) |
|
Karar Tarihi: 16/11/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Mustafa
CELASİN |
Vekili |
: |
Av. Mustafa
BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf
astsubay olarak görev yapmakta iken TSK"nın itibarını sarsacak şekilde ahlak
dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında idari tahkikat başlatılmış;
bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatini içeren 29/6/2012 tarihli ayırma
sicil belgesi düzenlenmiştir.
8. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile başvurucu
hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 13/8/2012
tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay
Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanınca da Hava Kuvvetleri
Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan 2012/21-352 sayılı kararnamenin
6/11/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanmasıyla başvurucunun
TSK ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından
13/3/2012 tarihinde sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin
ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir
gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini belirterek yürütmenin durdurulması
ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 10/12/2012 tarihinde dava
açmıştır. Sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, ilişik kesme kararında herhangi
bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi
nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata
aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka
aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına
ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil
olarak kullanılamayacağını, başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu
durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden
hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı
olduğunu ileri sürmüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca kamu
hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Birinci Dairesinin 26/12/2012 tarihli ara kararı ile
dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında
tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
13. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 17/6/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir
defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, mesleki sicil ortalamalarının çok
iyi seviyede olduğu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı
vurgulanmıştır. Ayrıca özel hayatın gizliliği kapsamında kalması gereken bilgilerin
ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun disiplin ve sicil
durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde
ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve
iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
14. AYİM Birinci Dairesinin 26/11/2013 tarihli ve E.2012/1576,
K.2013/1152 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Kararda, TSK"nın itibarını
sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle İstihbarat
Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında başvurucunun ifadesine
başvurulduğu, 13/3/2012 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel
birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında
ifadesine başvurulan diğer askerî personelin de anlatımlarında başvurucunun
ahlaka aykırı davranışlarına yer verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına
ilişkin ayrıntıları aktardığı, başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını
taşımadığı ve TSK"nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde
bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif
kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin
gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, başvurucunun 13/3/2012 tarihli
ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında
değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat
kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi
sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka
aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında
herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Karara katılmayan bir üye tarafından kaleme alına karşıoy yazısında, kişinin kendi ifadesine dayanılarak
hakkında olumsuz bir işlem tesis edilmesinin hukuken mümkün olmadığı, 13/3/2012
tarihli ifadenin başvurucunun özel hayatı dâhil tüm yaşantısını sorgulayan bir
çerçeveyi kapsadığı, böylesi bir ifadenin alınış tarzı nedeniyle işlemin
hukuken şüpheli hâle geldiği, genel mahiyette ve geniş bir zaman kesitini
kapsayacak şekilde alınması nedeniyle ifadenin hukuken geçerli olmadığı
hususunun daima gündemde kalacağı, ayırma işlemine esas alınan tek dayanağın
başvurucunun somut bilgi, belge ve olgularla desteklenmeyen soyut ifadesi
olduğu, ayrıca başvurucunun sicil notu ortalamasının mükemmel seviyede olduğu,
bu hususlar dikkate alınmadan tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı
olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 9/4/2014 tarihli ve E.2014/388, K.2014/336 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 22/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. 21/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun ayırma işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi
istenmiştir.
19. Anayasa Mahkemesine 23/6/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı
koyma hassasiyetleri çerçevesinde 13/3/2012 tarihinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan”
kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
tespit edilememiştir. Anılan ifade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne
kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, sosyal yaşantısının
nasıl olduğu, sosyal çevresini kimlerin oluşturduğu, İnternet ortamında sosyal
paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla
veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu
kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup
olmadığı, grup halinde cinsel birliktelikler yaşayıp yaşamadığı hususlarının
sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle
birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki
ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma
konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin
alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının
istendiği görülmüştür.
.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 94.
maddesi; 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu’nun 13. ve 39. maddeleri; 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Disiplin Kanunu"nun geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası;
6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesi; Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına
ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edildiğini ve bu bilgilerin
ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ayırma
işlemine gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı
hususu değerlendirilmediğini, istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle
elde edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu yalnızca kendisini ilgilendiren ve
mesleğiyle ilgisi olmayan özel hayat alanına ilişkin bilgiler üzerinden tesis
edilen ayırma işlemi nedeniyle Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 125. maddeleri ile
güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu,
ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına
ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere
dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal iddialarının
niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
25. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
26. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
27. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
28. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) denetim
organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların,
buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden
alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu
vurgulamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§ 47, 48).
30. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin kendi özel hayatına
saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın
gizliliği hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet
alanının ve bu alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel
yaşamı kapsamında olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin
bilgilerin gizliliğinin korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın
20. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (Şengül
Kayan, B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
31. “Ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi
tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma
kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte
özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin
önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar
temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının, başvurucunun özel hayatın
gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Serap Tortuk,
§ 38).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
34. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
35. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelenmesinde kanunilik ölçütünün ve müdahaleyi haklı kılan
sebeplerin var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
36. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
37. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı, dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
38. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 42).
39. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Marcus Frank Cerny [GK], B. No:
2013/5126, 2/7/2015, § 73).
40. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını
ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı
karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
41. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup
koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, §
45).
42. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları
açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu
kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi asgari
güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, § 52).
43. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
44. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§ 60).
45. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
46. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda ahlak dışı hareketlerde bulunduğu iddiasıyla
başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda Hava
Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bazı personelin ifadesinin
alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun
13/3/2012 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu
ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının
belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu
hususunun da açıklanmamış olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları
yanıtladığı, geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve
cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır.
47. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
48. AYİM Birinci Dairesinin 26/11/2013 tarihli ve E.2012/1576,
K.2013/1152 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve
anılan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 14).
49. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleriyle ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal
makamların karar gerekçelerinde başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal
ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden
özenli bir yaşam sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine
yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
50. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya
da istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
51. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren tüm
detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
52. Bu durumda muhakeme sırasında başvurucunun; açık ve somut
bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu
anlaşılan söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin
açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini
adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi
haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul
edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş sicili ve
başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği,
sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan
başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek
en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli
özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 10.000 TL manevi
tazminat talep etmiştir.
56. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme
olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre
için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.