Esas No: 2014/20559
Karar No: 2014/20559
Karar Tarihi: 16/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
OSMAN ÖZYURT BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/20559) |
|
Karar Tarihi: 16/11/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Osman ÖZYURT |
Vekili |
: |
Av. Mustafa
BOZKURT |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf
astsubay olarak görev yapmakta iken İnternet ortamında yayımlanan ve
başvurucuya ait olduğu ileri sürülen üç adet ses kaydının içerikleri nedeniyle
idari tahkikat başlatılmış, bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri
tarafından başvurucu hakkında ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatini içeren 26/7/2013 tarihli ayırma
sicil belgesi düzenlenmiştir.
8. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 2/10/2013 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
4/10/2013 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra
31/10/2013 tarihinde Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay
Başkanınca da Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem
yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 15/11/2013 tarihli
Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak başvurucunun TSK ile ilişiği
kesilmiştir.
9. Başvurucu; TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir
disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki
durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, İnternet ortamında yayımlanan ve
ayırma işlemine dayanak olarak gösterilen ses kayıtlarının kendisine ait
olmadığını belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı
aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 11/12/2013
tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dilekçede başvurucu; ses kayıtlarında bahsi
geçen olayların gerçeği yansıtmadığını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip
olmasına ve meslek yaşamı boyunca hakkında yalnızca bir kez disiplin cezası
tesis edilmesine rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, söz konusu ses
kayıtları hakkında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından
yürütülen adli soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildiğini, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı
olduğunu ileri sürmüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma
işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu
ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 14/5/2014 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun özlük ve sicil dosyaları ile davaya konu ayırma
işlemine esas belgelerin incelenmesi neticesinde ayırma işleminin sebep unsuru
itibarıyla hukuka uygun olduğu ancak davada uygulanacak kural olan 31/1/2013
tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu"nun geçici 1.
maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa"nın 6., 7., 8. ve 129. maddelerine
aykırı olması nedeniyle iptali için itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurulması gerektiği, söz konusu düzenlemenin iptaline karar verilmesi
hâlinde hukuka aykırı hâle gelecek olması nedeniyle başvurucu hakkındaki
işlemin de iptaline karar verilmesi aksi durumda dava konusu işlemin iptali
talebinin reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 2/7/2014 tarihli ve E.2014/32,
K.2014/712 sayılı kararı ile AYİM Başsavcılığı tarafından ileri sürülen
Anayasa"ya aykırılık iddiası öncelikle görüşülerek reddedilmiştir. Dava konusu
edilen ayırma işleminin iptali talebi de anılan karar gereğince reddedilmiştir.
Kararda, 18/1/2013 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel
birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında
ifadesine başvurulan diğer askerî personelin de anlatımlarında başvurucunun
ahlaka aykırı davranışlarına yer verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına
ilişkin ayrıntıları aktardığı, başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını
taşımadığı ve TSK"nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde
bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif
kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin
gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
14. Başvurucu tarafından AYİM Birinci Dairesine sunulan
22/7/2014 tarihli dilekçede İnternet ortamında yayımlanan ses kayıtlarından
yola çıkılarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı görevlilerince
alınan ve ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen 18/1/2013 tarihli
ifadeden başka dava dosyası içeriğinde hiçbir delilin bulunmadığı, söz konusu
ifade alma işlemi esnasında başvurucunun avukat yardımı almasının engellendiği,
ifade tutanaklarının önceden hazırlanarak başvurucuya zorla imzalatıldığı,
ifade alma işleminin hukuka aykırı şekilde gerçekleştirildiği, soyut iddialar
dışında herhangi bir delil bulunmamasına rağmen ayırma işleminin tesis edildiği
belirtilerek hukuka aykırı şekilde verilen ret kararının düzeltilmesi talep
edilmiştir.
15. Söz konusu karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 11/11/2014
tarihli ve E.2014/1192, K.2014/973 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar
1/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
17. Anayasa Mahkemesinin 5/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucu hakkında ayırma işlemi tesis edilmesine
dayanak oluşturan “gizli” ibareli
belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
18. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı
koyma hassasiyetleri çerçevesinde 18/1/2013 tarihinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan”
kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
anlaşılamamıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne kadar
nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında sosyal
paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla
veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu
kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup
olmadığı, kendisine dinletilen söz konusu ses kayıtları hakkında neler bildiği,
bu kayıtların içeriğinin doğru olup olmadığı, eş cinsel şahıslarla cinsel
birliktelikler yaşayıp yaşamadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür.
Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu
kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini
açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara
ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu
kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği
görülmüştür.
19. Ayrıca İnternet ortamında yayımlanan ve ayırma işlemine
dayanak olarak gösterilen ses kayıtları hakkında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından başlatılan adli
soruşturma kapsamında başvurucunun şüpheli olarak ifadesinin alındığı,
başvurucunun ses kaydında adı geçen askerî birlikte yalnızca birkaç nöbet
faaliyetinde görev yaptığını beyan ederek birlik içine getirdiği hayat kadını
ile cinsel birliktelik yaşadığına ilişkin iddiayı kabul etmediği, aynı şekilde
eş cinsel bir bireyin emri altındaki askerlerle birliktelik yaşamalarına olanak
sağladığına ve izin verdiğine yönelik hakkındaki iddiayı reddettiği, adı geçen
askerî birlikte görev yapan askerlerin tanık sıfatıyla ifadelerine
başvurulmasına rağmen ses kaydında geçen olayların doğrulanamadığı, soruşturma
konusu olayın gerçek olduğunun delillerle ortaya konulamadığı, ses kaydının
şüphelilerle ilişkilendirilemediği ve hukuki vasıflandırmaya konu olabilecek
suç teşkil eden bir olay bulunmadığı gerekçesiyle Askerî Savcılığın 19/12/2013
tarihli ve E.2013/115, K.2013/92 sayılı kararıyla başvurucu hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet
sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.
"Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil
belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler
tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
21. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma
usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları
gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları,
bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile
anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b.Hizmetin
gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı
derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını
sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
22. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince
başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde,
süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak
üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin
temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu
Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve
ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’
kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı
sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı
Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat
ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli
gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî
müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir
değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri
alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu
inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar
ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay
Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel
başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına
sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine
sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra
toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri
tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi
astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı
maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali
sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil
düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı
Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil
belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi
sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin
birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden
uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve
değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde
sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
23. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin
muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla
idari tedbirler alınır.”
24. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
25. 6413 sayılı Kanun"un
geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kurulu bulunan disiplin mahkemeleri,
49 uncu maddede öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar disiplin kurulu
olarak bu Kanun hükümlerine göre faaliyetlerine devam eder. Söz konusu
yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45 inci
maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan hükümlerinin
uygulanmasına devam olunur.”
26. 6/9/1961 tarihli ve
10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri
hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi
olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker,
esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan,
dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan,
yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar
vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar;
namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne
çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına
ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edildiğini ve bu bilgilerin
ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ayırma
işlemine gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı
hususu değerlendirilmediğini, istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle
elde edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini, ayrıca tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini ileri
sürmüştür. Başvurucu, yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle ilgisi
olmayan özel hayat alanına ilişkin bilgiler üzerinden tesis edilen ayırma
işlemi nedeniyle Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 125. maddeleri ile güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, ihlalin tespiti
ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B.No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin
hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere dayanılarak hakkında ayırma
işlemi tesis edilmesi olup ihlal iddialarının niteliği gereği başvurunun
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
31. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren
kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
32. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
33. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini belirleme
hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
34. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) denetim
organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mesleki hayat çerçevesinde kişilerin
özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna
ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden
alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu
vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
36. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin kendi özel hayatına
saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın
gizliliği hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet
alanının ve bu alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel
yaşamı kapsamında olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin
bilgilerin gizliliğinin korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın
20. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (Şengül
Kayan, B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
37. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma
işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Serap Tortuk,
§ 38).
39. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
40. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
41. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilikölçütünün
ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin var olup olmadığı her somut olayın kendi
koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i.Kanunilik
42. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
43. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
44. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından
dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli
önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015,§ 42).
45. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
46. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade
etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa
ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
47. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
48. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
49. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
50. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§ 60).
51. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
52. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun ahlaki düşüklük içinde olduğuna
ilişkin iddialar içeren bir ihbar alınması üzerine idari tahkikat başlatıldığı
görülmüştür. Bu kapsamda Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer
bazı personelin ifadesinin alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair
hususların esas olarak başvurucunun 18/1/2013 tarihli ifadesinden öğrenilmiş
olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade metninde başvurucu hakkında hangi
nedenle idari tahkikat başlatıldığı belirtilmediği gibi hangi kapsamda
başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da açıklanmamış olduğu ancak
başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı, geçmişte cinsel
birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve cinsel hayatına ilişkin hususları
içeren ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
53. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
54. AYİM Birinci Dairesinin 2/7/2014 tarihli ve E.2014/32,
K.2014/712 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve
anılan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 13).
55. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işlemin esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleriyle ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal
makamların karar gerekçelerinde başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal
ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden
özenli bir yaşam sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine
yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
56. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
57. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında,
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
58. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki
etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının
gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına
müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği
kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş
sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği,
sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan
başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler
niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son
önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin
gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
59.Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence altına
alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 10.000 TL manevi
tazminat talep etmiştir.
62. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM Birinci Dairesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.