Esas No: 2014/11218
Karar No: 2014/11218
Karar Tarihi: 16/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MUSTAFA ORAL
BAŞVURUSU |
(Başvuru
Numarası: 2014/11218) |
|
Karar
Tarihi: 16/11/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Mustafa ORAL |
Vekili |
: |
Av. Hakkı ÇELİK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/7/2014 tarihinde İzmir
Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/9/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf
astsubay olarak görev yapmakta iken TSK"nın itibarını sarsacak şekilde ahlak
dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında idari tahkikat başlatılmış;
bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatini içeren 7/8/2012
tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
8. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil
Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi gereğince Hava Kuvvetleri
Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş
ve Komisyon 15/11/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi
yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 16/11/2012
tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay
Başkanının onayına sunulmuş; Genelkurmay Başkanınca da Hava Kuvvetleri
Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan 2012/24-413 sayılı kararnamenin 9/1/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından
onaylanmasıyla başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından 9/1/2012 tarihinde sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel
yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması
alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini
belirterek yürütmenin durdurulması ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî
Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde 18/2/2013 tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dava
dilekçesinde başvurucu, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik
eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin
kesildiğinin anlaşıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi
olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu
neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, başarılı
bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen
ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları
yönünden de hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu"nun 94. maddesinin “Disiplinsizlik
ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca
başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve
lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil
görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu ifade edilmiştir.
Ayrıca, kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare
mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu
hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları
içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı
belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972
tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi
kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler
gönderilmiştir.
12. AYİM Birinci Dairesinin 5/3/2012
tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde
başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi
güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi
reddedilmiştir.
13. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 9/7/2013
tarihli düşünce yazısında, başvurucunun idari tahkikata konu eylemleri dikkate
alındığında mevcut ahlaki durumu gereği artık kamu hizmetini devam
ettiremeyecek hâle gelmiş olduğu, mevzuat gereği ayırma işlemi tesis
edilmesinde takdir yetkisinin objektif olarak kullanıldığı ve anılan işlemde
hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir.
14. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2013
tarihli ve E.2013/282, K.2013/1194 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir.
Kararda, 9/1/2012 tarihinde ifadesi alınan
başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar
ettiği, başvurucu dışında ifadesine başvurulan diğer askerî personelin de
anlatımlarında başvurucunun ahlaka aykırı davranışlarına yer verdiği ve
başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıları aktardığı, başvurucunun iyi
ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı ve TSK"nın itibarını zedeleyecek tavır ve
davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin
objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı
dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
15. Karara katılmayan iki üye tarafından
ayrı ayrı kaleme alınan karşı oy yazılarında özetle, hakkında herhangi bir
menfi kanaat bulunmayan ve birçok kez takdir edilmiş olan başvurucunun ne
şekilde elde edildiği belli olmayan bir ses kaydına ve kendi ifadesinde yer
alan aleniyete kavuşmamış olay ve olgulara dayanılarak işlem tesis edildiği,
başvurucunun disiplin durumunun ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde
istihdamını imkânsız kılacak derecede olmadığı, bu bağlamda orantılı bir
yaptırım uygulanması olanağı varken hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin
ölçülülük ilkesine uygun olmadığı, birey ve kamu yararı arasındaki dengenin
gözetilmediği ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 21/5/2014 tarihli ve E.2014/179, K.2014/503
sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 6/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
17. 4/7/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunulmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin 5/5/2016
tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun ayırma
işlemine dayanak oluşturan “gizli”
ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
19. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016
tarihinde sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca
istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 9/1/2012 tarihinde
başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda
başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu
anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi
alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından
alınmış olduğu tespit edilememiştir. Anılan ifade metninde
başvurucuya, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, eş
cinsel şahıslarla cinsel birliktelik yaşayıp yaşamadığı ve bu konuda mesai
ortamlarında konuşmalar yapıp yapmadığı, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze
görüştüğü kadınların kimler olduğu, bu kişilerin kendisinden bilgi alma
girişiminde bulunup bulunmadıkları, grup seks ilişkisi yaşayıp yaşamadığı
hususlarının sorulduğu ve mesai arkadaşı B.B. hakkında bildiklerini
anlatmasının istendiği görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları
yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel
birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini
imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu
dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu
hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 94.
maddesi; 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 13. ve 39. maddeleri; 31/1/2013 tarihli ve 6413
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu"nun geçici 1. maddesinin (4)
numaralı fıkrası; 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesi; Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına
ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edildiğini ve bu bilgilerin
ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ayırma
işlemine gerekçe olarak gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı
hususu değerlendirilmediğini, istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle
elde edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini, ayrıca tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle
ilgisi olmayan özel hayat alanına ilişkin bilgiler üzerinden tesis edilen
ayırma işlemi nedeniyle Anayasa’nın 10., 20., 36., 38.
ve 40.maddeleri ile güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine
tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.No: 2012/969, 18/9/2013, §16). Başvurucunun iddialarının özü, özel
hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu
bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal
iddialarının niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
25. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
26. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün
müdahalelerden uzak kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna
işaret etse de diğer taraftan özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını
istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına
indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir
sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına almaktadır (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
27. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
28. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) denetim
organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari
sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek
görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale
oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye,
B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§ 47, 48).
30. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (Şengül Kayan,
B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, §
36).
a. Müdahalenin
Varlığı
31. “Ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi
tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma kararından
ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte özellikle
başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin önemli yer
tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında, özel yaşamına ait unsurlar temel
gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının, başvurucunun özel hayatının
gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel
hayatın gizliliği hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı
anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunmakta; ayrıca, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Serap Tortuk, §
38).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
34. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
35. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelenmesinde kanunilik ölçütünün ve müdahaleyi haklı kılan
sebeplerin var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
36. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
37. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı, dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
38. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin, ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, B.No: 2013/6057, 16/12/2015, §
42).
39. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
40. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle özel hayatın gizliliği hakkı
üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde
olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak
kendini göstermesini gerektirmektedir.
“Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik
bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik
olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı
karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
41. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
42. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
43. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
44. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G. G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, § 60).
45. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010,
§ 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B.
No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
46. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda, ahlak dışı hareketlerde bulunduğu iddiasıyla
başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda Hava
Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bazı personelin ifadesinin
alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun
9/1/2012 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat
başlatıldığının belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun da açıklanmamış olduğu, ancak başvurucunun kendisine
sorulan soruları yanıtladığı, geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri
açıkladığı ve cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır.
47. Başvurucu, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası
tehdidi olmayacağına güvence verilerek manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla
ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en
ince ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin
gerçek dışı ve hukuka aykırı gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis
edildiğini ileri sürmüştür.
48. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2013
tarihli ve E.2013/282, K.2013/1194 sayılı kararında başvurucunun anılan
iddiaları değerlendirilmiş ve anılan gerekçelerle davanın reddine karar
verilmiştir (bkz. § 14).
49. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında, başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin
ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, ahlaki yönden özenli bir yaşam
sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine yer verildiği ve
karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak başvuruya konu
disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların esasen mesleki
faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam eylemleri
olduğu anlaşılmaktadır.
50. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
51. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme
kararında başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki
hayatı üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya
konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve
risklerinin de detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak
kabul edilen delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri
sürülen iddialar hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
52. Bu durumda muhakeme sırasında başvurucunun; açık ve somut
bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu
anlaşılan söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi,özel hayatına ilişkin
hususların mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği
hakkına gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule
ilişkin etkili güvencelerdenyararlandırılmaması
nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde
konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş sicili ve
başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği,
sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan
başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek
en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli
özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin “Kararlar” kenar
başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 100.000 TL maddi ve
manevi tazminat talep etmiştir.
56. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.