Esas No: 2014/3747
Karar No: 2014/3747
Karar Tarihi: 17/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CİHAT EMEKTAR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/3747) |
|
Karar Tarihi: 17/11/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Cihat
EMEKTAR |
Vekili |
: |
Av. Faruk
AYGIN |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6.Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen
bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf
astsubay olarak görev yapmakta iken TSK"nın itibarını sarsacak şekilde ahlak
dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında idari tahkikat başlatılmış;
bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatini içeren 24/7/2012 tarihli ayırma
sicil belgesi düzenlenmiştir.
8.28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
13/8/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra
Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş; Genelkurmay Başkanınca da Hava
Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan 2012/21-352 sayılı kararnamenin
6/11/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanmasıyla başvurucunun
TSK ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu, görüşme yapılacağı belirtilerek çağrıldığı
birliğinde istihbarat birimindeki görevliler tarafından 25/6/2012 tarihinde
sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular
sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini belirterek ayırma işleminin iptali ve
yürütmenin durdurulması talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 28/11/2012 tarihinde dava
açmıştır. Sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, ilişik kesme kararında herhangi
bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi
nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata
aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka
aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına
ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil
olarak kullanılamayacağını, başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu
durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden
hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı
olduğunu ileri srümüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin
yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Birinci Dairesinin 11/12/2012 tarihli ara kararı ile
dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında
tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
13. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 2/5/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun mevcut ahlaki durumuyla artık kamu hizmetini
devam ettiremeyecek hâle gelmiş olduğunun anlaşıldığı, davalı idarece tesis
edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif olarak kullanıldığı ve
anılan işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiş ve davanın reddine
karar verilmesi gerektiği yönünde değerlendirmede bulunulmuştur.
14. AYİM Birinci Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/1506,
K.2013/937 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, ifade alma işlemi
sırasında başvurucunun iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da
ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna
dair somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı, bahse konu 25/6/2012 tarihli
ifadenin disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat
kapsamında alınmış olduğu, başvurucunun ifadesinde dile getirdiği davranışların
TSK"nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu,
bu gerekçelerle tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif
kıstaslara bağlı kalınarak ve kamu yararı amacına yönelik olarak ölçülü bir
şekilde kullanıldığı ifade edilmiştir.
15. Karara katılmayan bir üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazısında, kişinin kendi ifadesine dayanılarak
hakkında olumsuz bir işlem tesis edilmesinin hukuken mümkün olmadığı, 25/6/2012
tarihli ifadenin başvurucunun özel hayatı dahil tüm yaşantısını sorgulayan bir
çerçeveyi kapsadığı, böylesi bir ifade alım tarzı nedeniyle işlemin hukuken
şüpheli hâle geldiği, genel mahiyette ve geniş bir zaman kesitini kapsayacak
şekilde alınması nedeniyle ifadenin hukuken geçerli olmadığı hususunun daima
gündemde kalacağı, ayırma işlemine esas alınan tek dayanağın başvurucunun somut
bilgi, belge ve olgularla desteklenmeyen soyut ifadesi olduğu, ayrıca
başvurucunun sicil notu ortalamasının mükemmel seviyede olduğu, bu hususlar
dikkate alınmadan tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu
şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 5/2/2014 tarihli ve E.2014/145, K.2014/82 sayılı kararıyla reddedilmiş
ve karar 17/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. 18/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine
dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
19. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı
koyma hassasiyetleri çerçevesinde 25/6/2012 tarihinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim
tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya,
ifade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı,
kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında sosyal paylaşım sitelerinden
hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze
tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu kadınların TSK
hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup olmadığı, grup
hâlinde cinsel birliktelikler yaşayıp yaşamadığı ve bunları kayıt altına alıp
almadığı, uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı hususlarının sorulduğu
görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte
olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki
ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma
konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin
alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının
istendiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet
sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.
"Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil
belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler
tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
21. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma
usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları
gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları,
bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile
anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b.Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı
derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını
sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
22. Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince
başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri,
sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan
kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki
disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını
belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden
sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra,
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat
ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli
gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî
müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir
değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri
alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu
inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar
ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına
gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca
adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup
sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur.
Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi
gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında
gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır.
Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek
görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar
hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının
daha önce verdiği karara göre işlem yapılır.
Bu Yönetmeliğin 60 ncı
maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali
sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil
düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı
Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil
belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi
sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin
birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden
uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve
değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde
sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
23. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
24. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
25. 31/1/2013 tarihli ve
6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu"nun geçici 1. maddesinin
(4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kurulu bulunan disiplin
mahkemeleri, 49 uncu maddede öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar
disiplin kurulu olarak bu Kanun hükümlerine göre faaliyetlerine devam eder. Söz
konusu yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45
inci maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”
26. 6/9/1961 tarihli ve
10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla
yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her
askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi
olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten,
sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız
kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair
bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar,
yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti
öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ifadesinin alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına
ilişkin bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve bu
bilgilerin ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, sicil not ortalamasının çok iyi seviyede olduğunu ve birçok kez
takdire layık görüldüğünü, tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin
gözetilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, ayırma işlemine gerekçe olarak
gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu
değerlendirilmeyerek istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde
edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini, yalnızca kendisini ilgilendiren ve mesleğiyle ilgisi olmayan özel
hayat alanına ilişkin ayrıntılar üzerinden tesis edilen idari işlem ve AYİM
kararı nedeniyle Anayasa’nın 10., 20., 36. ve 38. maddeleri ile güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, ihlalin tespiti
ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına ilişkin bazı
bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesidir. İhlal iddialarının niteliği gereği
başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
31. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
32. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
33. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
34. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) denetim
organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari
sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek
görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale
oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye,
B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§ 47, 48).
36. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (Şengül Kayan,
B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
37. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma
işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında, özel
yaşamına ait unsurlar temel gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının,
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Serap Tortuk,
§ 38).
39. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
41. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
42. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
43. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
44. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin, ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, B.No:
2013/6057, 16/12/2015, § 42).
45. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
46. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle özel hayatın gizliliği hakkı
üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde
olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak
kendini göstermesini gerektirmektedir.
“Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
47. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
48. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
49. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
50. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G. G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§ 60).
51. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
52. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin değerlendirilmesi
sonucunda, ahlak dışı hareketlerde bulunduğu iddiasıyla başvurucu hakkında
idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda Hava Kuvvetleri
Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bazı personelin ifadesinin alındığı,
başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun 25/6/2012
tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade
metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının belirtilmediği gibi
hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da açıklanmamış
olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı, geçmişte
cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve cinsel hayatına ilişkin
hususları içeren ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
53. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
54. AYİM Birinci Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/1506,
K.2013/937 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve
anılan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 14).
55. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda bilgi
verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli duruma
getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında, başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı mesleki
hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal makamların
karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal ortamlardan
tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden özenli bir
yaşam sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine yer
verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
56. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
57. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
58. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt
verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki
etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının
gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden
yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi
haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul
edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş sicili ve
başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği,
sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan
başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek
en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli
özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
59. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
61. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte 582.978,35 TL maddi ve
manevi tazminat talep etmiştir.
62. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.