Esas No: 2014/4982
Karar No: 2014/4982
Karar Tarihi: 17/11/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ZEKERİYYA BERBER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/4982) |
|
Karar Tarihi: 17/11/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Fatih ALKAN |
Başvurucu |
: |
Zekeriyya BERBER |
Vekili |
: |
Av. Yasin
TEKAKÇA |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme
talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması
nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; yargılamanın bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından yürütülmemesi ve aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 10/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde, başvurununkabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasıma karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf
astsubay olarak görev yapmakta iken TSK"nın itibarını sarsacak şekilde ahlak
dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında idari tahkikat başlatılmış,
bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun
değildir." ortak kanaatini içeren 8/8/2012 tarihli ayırma sicil
belgesi düzenlenmiştir.
8. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 61. maddesi
gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 15/11/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar
16/11/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra
Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanınca da Hava Kuvvetleri
Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan 2012/24-413 sayılı kararnamenin
9/1/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanmasıyla başvurucunun
TSK ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından
18/3/2011 tarihinde sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin
ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir
gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini belirterek yürütmenin
durdurulması ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı
aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 12/2/2013
tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; ilişik kesme
kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel
yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin
mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını,
hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel
yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen
beyanların delil olarak kullanılamayacağını, başarılı bir sicile sahip olmasına
rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük
yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu"nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun
ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması
gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin
başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca kamu
hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına
çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava
konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu"nun 52. maddesi kapsamında AYİM"e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 22/10/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun cinsel hayatına ilişkin olarak alınan duyumlar
üzerine başlatılan bir idari tahkikat kapsamında elde edilen bulgular ile
başvurucunun beyanları dikkate alınarak ayırma işleminin tesis edildiği ancak
başvurucunun yaşadığı bu ilişkilerin rıza dışı veya menfaate dayalı olduğunu
gösteren bir bilgi veya belgenin dava dosyasında bulunmadığı vurgulanmıştır.
Ayrıca başvurucunun cinsel zafiyeti nedeniyle görevini suistimal
ettiğinin ya da askerî disiplini olumsuz etkilediğinin söylenemeyeceği, dava
konusu işleme dayanak gösterilen ilişkilerin tamamıyla özel hayat sınırları
içinde kaldığı ve dış aleme yansımadığı, bizzat başvurucu tarafından dile
getirilen beyanları içeren istihbarat raporlarına dayanılarak işlem tesis
edilmesinin mümkün olmadığı, ölçülülük ilkesi gözetilmeden gerçekleştirilen
ayırma işleminin hukuka aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/276,
K.2013/1192 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Kararda, TSK"nın itibarını
sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulundukları gerekçesiyle İstihbarat
Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında aralarında başvurucunun da
bulunduğu pek çok personelin ifadesine başvurulduğu, 18/3/2011 tarihinde
ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde
anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında ifadesine başvurulan diğer askerî
personelin de anlatımlarında başvurucunun ahlaka aykırı davranışlarına yer
verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıları aktardığı, geçmiş
sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine
karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı, TSK"nın
itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı,
ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve
kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca
herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında
disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında başvurucunun
18/3/2011 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da
kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek
üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde
tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya
da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna
dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı
belirtilmiştir.
14. Karara katılmayan bir üye tarafından kaleme alınan karşı oy
yazısında başvurucunun sicil notları ortalamasının çok iyi seviyede
gerçekleştiği, on adet takdir belgesi ile ödüllendirilmiş olmasının yanı sıra
herhangi bir disiplin cezası ya da ikazının bulunmadığı, bu hususlar
gözetildiğinde başvurucunun disiplin ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde
istihdamını imkânsız kılacak vahamet düzeyinde olmadığının anlaşıldığı, bu
bağlamda orantılı bir yaptırım uygulanması olanağı varken tesis edilen ayırma
işlemi nedeniyle ölçülülük ilkesinin gözetilmediği ve birey ile kamu yararı
arasındaki dengenin sağlanmadığı, bu nedenlerle dava konusu işlemin hukuka
aykırı olduğu ifade edilmiştir.
15. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 11/5/2014 tarihli ve E.2014/272, K.2014/229 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 1/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
17. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun ayırma işlemine dayanak oluşturan“gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
18. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde sunulan söz konusu
belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı
koyma hassasiyetleri çerçevesinde 18/3/2011 tarihinde başvurucunun ifadesinin
alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz
konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim
tarafından alınmış olduğu tespit edilememiştir. Anılan ifade metninde
başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, eş
cinsel şahıslarla cinsel birliktelik yaşayıp yaşamadığı ve bu konuda mesai
ortamlarında konuşmalar yapılıp yapılmadığı, bugüne kadar birliktelik yaşadığı
kadınlardan baskı görüp görmediği veya bu kadınlar tarafından şantaja maruz
bırakılıp bırakılmadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun anılan
soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak
cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini
imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu
dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu
hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
19. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 94.
maddesi; 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu’nun 13. ve 39. maddeleri; 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Disiplin Kanunu"nun geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası;
26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel
Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname"nin (KHK) 14. maddesi; 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Yönetmeliği’nin 86. maddesi; Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan 60. ve 61. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu;
i. Hava Kuvvetleri
Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası
tehdidi olmayacağına güvence verilerek manevi baskı altında ifadesinin
alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına ilişkin bilgilerin en ince
ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve yalnızca kendisini
ilgilendiren mesleğiyle ilgisi olmayan özel hayat alanına ilişkin bilgilerin
ayırma işlemine dayanak olarak gösterildiğini, mesleki yaşamındaki sicil not
ortalamasının çok iyi seviyede olduğunu ve takdir edilen bir personel olduğunu,
tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini, ayırma işlemi tesis
edilmeden önce savunmasının alınmadığını, ayırma işlemine gerekçe olarak
gösterilen sorgunun kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu
değerlendirilmeyerek istihbarat birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde
edilen hukuka aykırı delillerin AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul
edildiğini,
ii. Karar düzeltme
talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenmesi nedeniyle yargılamanın
iki dereceli olarak yapılmadığını,
iii. AYİM"de
hâkim sınıfından olmayan subay üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve
tarafsız bir mahkemede yargılanmadığını,
iv. 659 sayılı KHK
kapsamında vekâlet ücreti ile ilgili yapılan düzenlemenin mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı
nedeniyle Anayasa’nın 2., 20., 22., 36., 49., 60. ve 129. maddeleri ile güvence
altına alınan haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin tespiti ile
yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Başvurucunun, özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka
aykırı yöntemlerle elde edildiği ve bu bilgilere dayanılarak hakkında ayırma
işlemi tesis edildiği şikâyetinin Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına
alınan özel hayatın gizliliği hakkı; kuruluşu ve yapısal sorunları nedeniyle
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmayan AYİM"de
yargılandığı şikâyeti ile vekâlet ücreti hakkında yapılan düzenlemenin
mahkemeye erişim hakkını kısıtladığı şikâyetinin Anayasa’nın 36. maddesi ile
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı; AYİM Birinci Dairesi tarafından
verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı daire tarafından karara
bağlanması şikâyetinin ise iki dereceli yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
uygun görülmüştür.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. AYİM"in Bağımsız
ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
23. Başvurucu, AYİM"de hâkim
sınıfından olmayan subay üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir
mahkemede yargılanma şartının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
24. AYİM"in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
olmadığı iddiaları, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesince bu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir
(Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 30; Ş.Ç., B. No:
2012/1061, 21/11/2013, § 26; Salih Karakoç,
2013/2954, 19/12/2013, § 49). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
25. Başvurucu, 659 sayılı KHK kapsamında getirilen düzenleme
gereği idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Başvuru konusu davanın açılmasından önce 2/11/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarede görevli vekillere taraf
sıfatı verilmiş, davanın reddi hâlinde idare lehine vekâlet ücretine
hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki katkıda
bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir.Dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine
olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul kuralı olup
mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir. Yükletilen ücretin hakkın özünü zedeleyecek
şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması,
başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Yaşasın Aslan, § 24; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38).
27. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup kural olarak bu tür
giderler, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi
amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin
kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi hâlinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan
Acar, § 39).
28. Somut başvuru bu ilkeler kapsamında incelendiğinde
başvurucunun davasının reddedilmesi sonucunda idare lehine vekâlet ücreti
ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin
olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle bir ihlalin olmadığı açıkça
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen karar
hakkındaki düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle
yargılamanın iki dereceli olarak yapılmadığını ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
31. Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün
2. maddesinde cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmış ise de
başvuru konusu edilen sürecin ceza yargılamasına ilişkin olmadığı açıktır (E.G. [GK], B. No: 2012/12428, 13/10/2016,
§ 39).
32. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM nezdinde
temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014,
§§ 42-45).
33. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddialarının
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Özel Hayatın Gizliliği
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
35. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
36. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
37. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
38. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
39. Sözleşme"nin denetim organlarının içtihatlarında “bireyin
kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı
hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel
hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği
karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar
bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında
cereyan eden cinsel içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda
kuşku yoktur (Serap Tortuk,
§ 35). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari
sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek
görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu
vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, §§
47, 48).
40. Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (Şengül Kayan,
B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 37; Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
41. “Ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi
tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden TSK’dan ayırma kararından
ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte özellikle başvurucunun
özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin önemli yer tuttuğu
görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar temel gerekçe
gösterilerek verilen ayırma kararının, başvurucunun özel hayatının gizliliği
hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Serap Tortuk,
§ 38).
43. Anayasa’nın“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
44. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
45. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
46. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 926 sayılı
Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Sicil
Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddelerinin
“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru
Amaç
47. Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edilmesinin askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı, dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında meşru bir amacın bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma
ve Ölçülülük
48. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının gizliliği hakkını
etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri
bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için
gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 42).
49. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa"nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa"da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
50. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik
olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı
karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
51. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
52. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
53. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
54. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında bireylerin özel hayatlarına
ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki etkilerinin
açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi üzerindeki
etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§ 60).
55. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
56. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda ahlak dışı hareketlerde bulunduğu iddiasıyla
başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda Hava
Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bazı personelin ifadesinin
alındığı, başvurucunun cinsel hayatına dair hususların esas olarak başvurucunun
18/3/2011 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu
ifade metninde başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının belirtilmediği
gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da
açıklanmamış olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı,
geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve cinsel hayatına
ilişkin hususları içeren ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
57. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence verilerek
manevi baskı altında ve yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatma
yöntemiyle özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde
edilmeye çalışıldığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
58. AYİM Birinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/276, K.2013/1192
sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş ve anılan
gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 13).
59. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil
özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı
görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla
değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı
mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin ve yargısal
makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal
ortamlardan tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden özenli
bir yaşam sürmediği ve cinselliğe düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine yer
verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
60. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
61. AYİM kararında başvurucunun ifade alma işleminin usul ve
içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan
ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren
tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulmadığı
görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK"dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen
delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar
hakkında bir araştırma yapılmadığı görülmüştür.
62. Bu durumda başvurucununmuhakeme
sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu
değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılansöz konusu
iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun
özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve
özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda
savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmaması
nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde
konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında
tesis edilen işlemin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate
alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek
genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında
adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı
üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu
veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde
olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
63. Buna göre başvurucunun Anayasa"nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte maddi ve manevi
tazminat talep etmiştir.
66. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A. 1. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin yapısından kaynaklandığı ileri sürülen nedenlerle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. İki dereceli
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Özel hayatın gizliliği
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.