Esas No: 2014/7947
Karar No: 2014/7947
Karar Tarihi: 8/12/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET DAŞ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/7947) |
|
Karar Tarihi: 8/12/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Mehmet DAŞ |
Vekili |
: |
Av. Mustafa
ROLLAS |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur
kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname
imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya
ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/6/2014 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/11/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Mardin ili Ömerli ilçesi Çimenlik köyünde ikamet
etmekteyken1990 yılında yoğun yaşanan terör olayları nedeniyle köyünü terk
etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 11/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Mardin Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. 6/8/2007 tarihli ve 2007/4-7126 sayılı Komisyon kararında,
yapılan müracaatın incelenmesi sonucu 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik"te
belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle başvurucuya kavak ağacı için 4.500
TL, kıraç arazi için 5.100 TL, asma bağ için 21.000 TL -taşınır ve taşınmazlar
nedeniyle-toplam 30.600 TL ödenmesine; diğer taleplerin reddine karar
verilmiştir.
10. Komisyon kararının akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi
gereğince davet yazısı ile birlikte imzalanmak üzere sulhname
örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.
11. “Yukarıda ayni/nakdi
olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun
tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış
olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 1/11/2007 tarihinde başvurucu vekili tarafından
imzalanmıştır.
12. Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararı
karşılamadığından bahisle başvurucu tarafından Mardin İdare Mahkemesinde dava
açılmıştır.
13. Mardin İdare Mahkemesinin 27/2/2009 tarihli ve E.2007/2682,
K.2009/303 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…Sulhname, bir uyuşmalığın taraflarının, karşılıklı irade beyanlarını
ortaya koyarak ve fedakarlıklarda bulunarak aralarındaki anlaşmazlığı, bir daha
dava konusu olmayacak biçimde ortadan kaldırmalarını amaçlayan bir hukuk
müessesesidir. Yani sulhname karşılıklı irade
beyanıyla uzlaşmayı sağlayarak, uyuşmazlığı idari aşamada çözen belge
niteliğindedir. Başvurucu, 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini gereken zararının sulhnamede gerçekten gideriminin
sağlanıp sağlanmadığını belirledikten sonra sulhnameyi
kabul edecektir. Kabul etmemesi halinde ise Yasanın 12. maddesinde öngörülen
usulle uyuşmazlık tutanağı düzenlenecektir. Daha sonra başvurucunun sulhnamede belirtilen zarar kalemlerine karşı yaptığı
itiraz ve açtığı dava sulhnameyi sakatlamayacaktır.
Olayda, davacının 5233 sayılı Kanun uyarınca
tazmini gereken zararları tespit edilerek idare ve davacı arasında anlaşma
sağlanıp sulhname imzalanmış ve sulhnamede
de davacı tarafından komisyon tespitine esas olan olayla ilgili uğradığı zararların
tamamının karşılandığı kabul edilmiştir. Bu nedenle davacının sulhnamede belirtilen zarar kalemleri arasında ev ve
eklentileri ile arazi zararlarının bulunmadığı iddiasıyla açılan iş bu davanın
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır..."
14. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 15/5/2013 tarihli ve E.2011/6942, K.2013/3421 sayılı ilamı ile
hükmün onanmasına karar verilmiştir.
15. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 22/1/2014 tarihli ve
E.2013/13418, K.2014/46 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
16. Ret kararının 6/5/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edildiği ve 2/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 4. maddeleri (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§15-21, 23).
18. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi
aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9
uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki
nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre
mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla
karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak
sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname
tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir
temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname
tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin
edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı
kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır.”
19. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa
tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde
karşılanır.”
20. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete"de
yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Yönetmelik’in (Yönetmelik) 11. maddesi şöyledir:
“Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.
Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri
ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya
yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir.
Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve
varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer
mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir.
…
Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin
keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.”
21. Aynı Yönetmelik"in 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî
ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli
ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya
ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik
koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi
aracılığı ile belirlenir.”
22. Aynı Yönetmelik" in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili
temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan
tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve
sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin
banka hesaplarına yapılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 8/12/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; Mardin ili Ömerli ilçesi Çimenlik köyünde ikamet
etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda
kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kısmen kabul,
kısmen reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname
imzalandığını, sulhnamenin kapsamının kabul edilen
zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal
varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için açtığı davada
zararlarının tazmini konusunda Derece Mahkemelerinin etkisiz kaldıklarını,
davanın reddine karar verilmesiyle sulhname kapsamı
dışında tutulan zarar kalemleri için ilgilinin dava açma hakkının saklı
bulunduğu yönündeki Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve
E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı ile çelişkiye düşüldüğünü, gerçek
zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olmasına rağmen bunların gözönünde bulundurulmadığını, mülkiyet hakkından yoksun
kaldığını, yargılama işlemlerinin adil olmadığını ve makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 35., 36., 40. ve 141. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Başvuru formu
ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararının
tazmini amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 35., 36., 40. ve 141. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp
olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun
kısmen kabul, kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare
ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen
kısım için iptal ve tam yargı davası açtığını, gerçek zararının hesabında
birçok zarar kalemi mevcut olduğundan sulhnamenin
kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul
edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının
saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının
hesabında zarar kalemlerinin daha fazla olduğunu, bu zarar kalemlerinin keşif
yoluyla tespit edilmesi gerekmesine rağmen söz konusu tespitler yapılmadan ve
bu zararları gözönünde bulundurulmadan yapılan eksik
tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına
ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında idari ve yargısal süreci müteakip
ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir
giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan
kalkmış olması sebebine dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§
45-58).
28. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması
amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından
başvurucunun tespit edilen zararları öngörülen birim fiyatlara tabi tutularak
30.600 TL tazminat miktarı belirlenmiş (bkz. § 9) ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan
tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile sulha
davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul
edilmiştir.
29. Başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı
dikkate alındığında başvurucunun idareyle anlaşma sağlayarak ve 1/11/2007
tarihli sulhnameyi imzalayarak Komisyonun tespitine
esas olan olay ile ilgili maddi mağduriyetinin orantısız olmayacak şekilde
giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, Komisyonun tespitinde belirlenen
ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağını tümüyle davalı
idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 4/2/2009
tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı
tarihte sona ermiştir. Öte yandan başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan
iç hukuk yolunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No:
21893/93, 16/9/1996; Doğan ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 8803-8811/02…, 13/7/2006) belirtilen
nitelikleri taşımadığı yahut Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen
tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir
iddiada da bulunmamıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik
şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Danıştay Onuncu
Dairesi İçtihadına Aykırı Karar Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; Komisyon kararında karşılanmaması nedeniyle sulhname kapsamına dâhil olmayan zarar kalemleri için
açtığı iptal davasında Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve
E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararında da belirtildiği gibi bakiye zararlara
ilişkin dava hakkı saklı olduğundan bu zararlarının tazmin edilmesi yönünde
hüküm kurulması gerekirken davasının reddine hükmedildiğini, bu hâliyle verilen
kararın hukuka aykırı olduğunu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
32. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak
da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.Sözleşme"nin metni ile
AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri
olan alt ilke ve haklar, Anayasa"nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
33. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/50, K.2012/128, 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma
hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu
belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini beyan
etmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik
veya güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte
ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan
mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal
bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve
Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
34. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya,
B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya,
B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek
mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul
edilmelidir (Türkan Bal, B. No:
2013/6932, 6/1/2015, § 53).
35. Yüksek mahkemelerin ya da nihai mercii olarak bir
uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında
davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise
hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından
hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi
olmayacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stefanica ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34).
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir
belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup
olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan
Bal, § 58).
36. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen
yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir
gerekçe göstererek farklı sonuçlara ulaşmaları -hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde- verilen kararların ihtimale dayalı
sonuçlar olmamasını ve birbirine zıt ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir (Ramazan Acar, B. No: 2013/7939,
15/12/2015, § 62).
37.Başvurucunun, kendisiyle aynı statüde olan davacılar lehine
hüküm kurulması hakkında dayandığı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi neticesinde
farklı idare mahkemesince yapılan yargılamada davanın reddi yönünde kurulan
hükmün, davacının Komisyon tarafından reddedilen diğer istemine yönelik olarak
dava açma hakkının saklı bulunduğunun kabulü gerektiğinden bahisle bozulmasına
karar verildiği anlaşılmaktadır.
38.Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233
sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi
Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011
tarihli E.2011/13, K.2011/13 sayılı kararla Danıştay Dairelerinin yeni iş
bölümü esasları belirlenmiş ve bu görev Danıştay Onbeşinci
Dairesine devredilmiştir. Aynı yıl Danıştay Onbeşinci
Dairesi içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun"un 12. maddesinin madde
metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması
ile uyuşmazlığın ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için dava
açılamayacağı şeklinde hüküm kurmuştur (Ramazan
Acar, § 64).
39. Başvuruya konu olayda başvurucunun Mardin İdare Mahkemesinde
açtığı davada Mahkemenin başvurucu ve idare arasında karşılıklı irade
beyanlarıyla imzalanan sulhnamenin varlığından
hareketle davanın reddi yönünde hüküm kurduğu, söz konusu kararın Danıştay
tarafından anılan içtihat değişikliğinden sonraki bir tarih olan 2013 yılında
onandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak
beyan ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay
tarafından verilen karar olduğu görüldüğünden söz konusu kararlar ile
başvurucunun açtığı davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliğinden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
40. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı
açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski ve Pradal; Gonzalez
ve diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94…, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti
(k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
41. Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir
olgu olmadığından mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir
yetkisi kapsamında kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki
çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelmektedir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma
Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05…, 30/11/2010, §
28). Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması
hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav
Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
42. Mardin İdare Mahkemesi ve Danıştay kararının, Danıştay
Onuncu Dairesinin daha önceki kararından farklı bir sonuca neden ulaşıldığı
hakkında başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına
imkân verecek yeterli gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir. 2004 yılında kabul
edilip aynı yıl yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen idari
süreç akabinde uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul ve sulhname imzalanması işlemi hakkında içtihatların müstakar
hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması da nazara alındığında
yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği sonrasında içtihattan sapma
olmadığı gibi başvurucunun bu yönde bir iddiası da mevcut değildir. Kaldı ki
başvurucunun, Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat
değişikliği yaptığı tarihten sonraki bir tarihte sulhnamede
ödenmesine karar verilen miktarı tahsil ettiği ve akabinde dava açtığı nazara
alındığında başvurucunun dayanak gösterdiği karar hakkındaki iddiaları temelsiz
kalmaktadır.
43. Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız
yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz
mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45) Mahkemelerce hukuk
kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar
meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş
bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar olması için belli bir zamana
ihtiyaç duyulmasıgibi çeşitli nedenlerle içtihat
değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez.
44.Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
47. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile
davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
48. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (11/7/2005) ile nihai karar tarihi olan karar düzeltme isteminin reddine
dair karar tarihi (22/1/2014) arasında geçen ve toplam 8 yıl 6 aylık sürede,
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve
söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
51. Başvurucu,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitini ve bu nedenle
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
52. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Danıştay Onuncu
Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/12/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.