Esas No: 2014/14265
Karar No: 2014/14265
Karar Tarihi: 8/12/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
NEJMETTİN TİRYAKİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/14265) |
|
Karar Tarihi: 8/12/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Nejmettin TİRYAKİ |
Vekili |
: |
Av. Saim
BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi ve köy
halkından bazı kişilerin öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu; terör örgütü üyeleri tarafından 6/6/1993 tarihinde
köye yapılan baskında kardeşi ve köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğünü, bu
özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını iddia etmiştir.
7. Başvurucu 1/5/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
8. Komisyon 2/10/2006 tarihli ve 2006/1-201 sayılı kararında,
başvurucunun olay tarihinde reşit olmadığı için mal sahibi olamayacağı
kanaatine vardığından talebin reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
10. Diyarbakır 1.İdare Mahkemesinin 19/3/2008 tarihli ve
E.2006/2243, K.2008/349 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
“...Dava konusu işlemde zarar tespit komisyonunun davacının başvurusunu
reddetmesinin sebebi olarak; "davacının olay tarihinde yaşı küçük olduğu,
olay tarihinde reşit olmadığı, mal sahibi olamayacağı kanaatine varıldığı
gerekçesiyle " gösterildiğine göre, uyuşmazlığın bu çerçevede incelenmesi
ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
5233 sayılı Kanun Hükümlerinden
faydalanabilmek için; terör eylemi sebebiyle ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle meydana gelen bir zararın olması gerekmekte olup, olayın
bu kapsamda yani davacının herhangi bir zararının olup olmadığının tespiti için
dava dosyasına sunulan;
Davacıya ait nüfus kayıt örneğinin incelendiğinde; davacının
"07.07.1983" doğumlu olduğu yani köyden göç etme tarihinde 10 yaşında
olduğu, köye dönüş tarihi olan 1997 tarihinde de 14 yaşına olduğu, 18.03.2003
tarihinde de evlendiği görülmektedir.
Diğer taraftan anılan kanunun genel gerekçesi ile 1. maddesinin
gerekçesinde belirtildiği üzere; olağanüstü hal ilan edilen illerdeki kişilerin
uğradıkları zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, isterse terörle
mücadele kapsamında alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların
belirtilen ilkeler uyarınca karşılanmasının, Devlete olan güveni pekiştireceği;
vatandaş ve Devlet kaynaşmasını arttıracağı, terörle mücadeleye ve toplumsal
barışa önemli katkıda bulunacağı açık olup, kişilerin terör ve terörle mücadele
kapsamında meydana gelen bir malvarlığı zararının olmaması durumunda tazminat
istemlerinin 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmasının ise Kanunun amacına
ters düşeceği kuşkusuzdur.
Dava dosyasındaki bütün bilgi ve belgeler ile yukarıda belirtilen
belgelerin incelenmesinden; köyden göç etme tarihinde 10 yaşında olduğu ve
reşit olmadığı, fiil ehliyetinin bulunmadığı, bu yaştaki bir insanın köy
yerinde ayrı evi, arazisi, ahırı vs. taşınmazının bulunmasının hayatın olağan
akışına aykırı olduğunun hukuken karine olarak kabulü gerektiği, aksi bir
durumun davacı tarafından da somut olarak ortaya konulamadığı; dolayısıyla,
davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığı herhangi bir zararının olmadığı
sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Bu itibarla; davacının, zarar gören malvarlığının olmadığı anlaşıldığından
başvurusunun bu sebeple reddedilmesinde hukuka ve mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır...”
11. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 17/4/2014 tarihli ve E.2011/7187, K.2014/2855 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Temyiz kararı başvurucuya 5/8/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 1/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu kararı eki kararın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
14. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 8/12/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini,
"Köy korucusu ol ya da köyü terk et." şeklinde idarece
yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının dikkate alınmadığını,
terör örgütü üyeleri tarafından 6/6/1993 tarihinde köye yapılan baskında
kardeşinin ve köy halkından bazı kişilerin öldürülmesine dair özel durumunun
dikkate alınmadığını, Komisyonca adına kayıtlı mal varlığının bulunmadığı ve
reşit olmadığı için mal sahibi olamayacağı kanaatine varıldığından bahisle
talebinin reddedildiğini oysa bilirkişi ve keşif heyeti tarafından mal
varlığının tespit edilerek tutanak tanzim edildiğini, 1983 yılında doğduğunu ve
kırsal alanda olması nedeniyle ergin olmadan erken evlendiğini, altı çocuğunun
olduğunu, açtığı davada yapılan yargılama sırasında Derece Mahkemesinde ve
temyiz aşamasında dile getirmesine rağmen Mahkeme ve Danıştay tarafından bu
hususların dikkate alınmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
17. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı
olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, aynı köyden başvuru yapan
kişilere tazminat verilirken kendisine tazminat verilmediğini ve ayrımcılık
yapıldığını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemesinin
yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233
sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı
makamlarınca talebinin reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında yürütülen
işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7.,
10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar
altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
19. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
taleplerinin yaşı küçük olması gerekçesiyle reddedildiğini ancak aynı yerleşim
yerinden aynı yaşta başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi
yönünde karar verdiğini ve yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma
ve inceleme yapılmayarak davasının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve
objektif bir sebep bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde karar
alındığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
20. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi, başvurucuların
kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin bir
beyanının bulunmadığı başvurular ile bu yöndeki iddialarını somut herhangi bir bulgu
ve kanıt ile temellendirmedikleri başvuruların açıkça dayanaktan yoksun olduğu
gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§§ 43-48; Cahit Tekin, B. No:
2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
21. Somut başvuru açısından, yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı
anlaşıldığından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin, açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel bir
kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
25. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş, bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vâkıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgelerin değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak
tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
29. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
31. Başvurucu, Komisyonca verilen kararın akabinde açtığı
davadan sonuç alamadığını, göç etmeye mecbur kalması nedeni ile mal varlığına
ulaşamadığını, yaşı küçük olduğu gerekçesiyle Mahkemece taleplerinin
reddedildiğini, zararlarının tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuş; yargılama sürecinde yapılan incelemeler ve
lehine olmayan yargı kararı temeline dayandırıldığı tespit edilen bu iddiaların
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
32. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
33. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
34. Başvurucu, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri
neticesinde yaşı küçük olduğu gerekçesiyle zararlarının karşılanmadığını ve
davasının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemesince delillerin takdirinin
hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte olup
başvurucunun iddialarının özünün Derece Mahkemesince delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
35. İdare Mahkemesince, dava dosyasında yer alan bilgi ve
belgelere göre başvurucunun köyden göç etme tarihinde 10 yaşında olduğu ve
reşit olmadığı, fiil ehliyetinin bulunmadığı, bu yaştaki bir insanın köy
yerinde ayrı evi, arazisi, ahırı vs. taşınmazının bulunmasının hayatın olağan
akışına aykırı olduğunun hukuken karine olarak kabulünün gerektiği, aksi bir
durumun başvurucu tarafından da somut olarak ortaya konulamadığı dolayısıyla başvurucunun
5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığı herhangi bir zararının olmadığı sonuç ve
kanaatine varıldığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle
yerel Mahkeme kararı onanmıştır. Başvurucunun anılan iddialarına yönelik olarak
bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından, başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu, terör örgütü üyeleri tarafından 6/6/1993
tarihinde köye yapılan baskında kardeşi ve köy halkından bazı kişilerin
öldürüldüğünü, güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını,
bu özel durumu dikkate alınmaksızın 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı
başvurunun reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
39. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
40. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun"un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya
eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir.
41. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır.
42. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır.
Bireysel başvuru yoluna iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim
mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §
18).
43. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde
düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Bayram Gök, §
19).
44. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak
olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar
Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
45. Başvuru konusu olayda başvurucunun dava dilekçesi ve temyiz
talebi incelendiğinde başvurucunun dava dilekçesinde kardeşinin ölümüne dair
herhangi bir husustan bahsetmediği, davasını yaşı küçük olması nedeniyle mal
varlığı zararının karşılanmadığını iddia ettiği, Komisyon kararına karşı açtığı
ve dava dilekçesinde sadece maddi tazminat talebinde bulunduğu tespit
edilmiştir. Sadece temyiz aşamasında kardeşinin öldüğünü ileri sürmesi yeterli
görülmeyerek anılan iddia hakkında herhangi bir dava açmamış olması neticesinde
iddiaların Anayasa Mahkemesince incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik
ilkesi gereği mümkün değildir.
46. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal iddialarının başvuru
yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
f. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim
talebinin değerlendirilmesi hususundaki yargılama prosedürünün özellikle
Danıştay aşamasında geçen sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
49. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede
gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan
kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
50. Başvuru konusu olayda başvurucunun şikâyetinin yargılama
sürecine özellikle Danıştay aşamasında geçen sürece ilişkin olması ve
Komisyonda bir ay gibi kısa sürede başvurunun sonuçlandırılmış olması dikkate
alındığında başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasının 5233 sayılı Kanun kapsamında Anayasa Mahkemesince oluşturulan
ilkelere göre değil Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına
yönelik şikâyetlerde uyguladığı genel ilkelere göre değerlendirilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
51. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk
sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince kamu hukuku alanına dâhil olan
ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince
makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil
olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının
tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
52. Somut başvuru bakımından başvurucunun 1/5/2006 tarihinde
Komisyona başvurduğu, Komisyonca 2/10/2006 tarihli kararla başvurunun reddine
karar verildiği anlaşılmaktadır. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde
ise ret kararı sonrasında19/12/2006 tarihinde dava dilekçesinin Diyarbakır
İdare Mahkemesine sunulması suretiyle dava sürecinin başladığı, Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesinin 19/3/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar
verildiği, başvurucu tarafından kararın 30/4/2008 tarihinde temyiz edilmesi
üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/4/2014
tarihli ilamı ile hükmün onandığı anlaşılmaktadır.
53. Sonuç olarak idari makamlar ile yargılamada geçen ve makul
sürede yargılanma hakkı kapsamında dikkate alınması gereken toplam sürenin
yaklaşık 7 yıl 11 ay olduğu, bu sürelerin 7 yıl 3 ayının yargılama aşamasında
geçtiği, açıkça dava süresinin uzunluğundan da şikâyet eden başvurucunun
tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisinin olmadığı
anlaşılmaktadır.
54. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurunun
yargılama aşamasında karara bağlanma süresi olan 7 yıl 3 aylık yargılama
süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
55. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
56. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
57. Başvurucu,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitini ve bu nedenle
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
58. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/12/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.