Esas No: 2014/2936
Karar No: 2014/2936
Karar Tarihi: 8/12/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABDUSSEMET YEŞİL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/2936) |
|
Karar Tarihi: 8/12/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Abdussemet YEŞİL |
Vekili |
: |
Av. Zeki
ÇELİK |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması
sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan
davanın reddedilmesive makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/3/2014 tarihinde Bismil Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/1/2014 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Diyarbakır ili Bismil ilçesi Alibey
köyünde ikamet etmekte iken 1993 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle
köyün boşaltılması neticesinde yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını
iddia etmiştir.
8. Başvurucu 26/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. 6/3/2006 tarihli ve 2006/4-2118 sayılı Komisyon kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararın karşılanması talebiyle yapılan başvuruda Alibey köyünün sahibi M.A.nın köyü ve arazilerini (ev, ahır, samanlık vs.
taşınmazları da yıkmak taahhüdüyle) 1993 yılında Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğüne satması sonucu başvurucunun köyü terk ettiği anlaşılmış olup tazminat
talebinin reddine karar verilmiştir.
10. Belirtilen işlem aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde
başvurucu tarafından dava açılmıştır.
11. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 31/3/2008 tarihli ve
E.2006/1689, K.2008/457 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…Dosyadaki belgelerin incelenmesinden M.A."nın ve müşterekleri tarafından Köy Hizmetleri Diyarbakır İl
Müdürlüğüne verilentaahhütnamede Alibey
Köyü"nde bulunan 4 pafta, 75,76,77,78,79,80,81,82,83,84,86,87,89,90,168,169,170
nolu parsellerde kayıtlı arazilerin satılmasının
taahhüt edildiği görüldüğünden Mahkememizin 05.06.2007 ve 19.09.2007 tarihli
ara kararları ile keşif sırasında davacı adına tespit edilen ev ve ahırın köy
sahibi tarafından Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne satılması taahhüt edilen
yerlerden olup olmadığıile Alibey
Köy veya çevresinde köy halkının göç etmesine neden olabilecek olan terör
olayları olup olmadığı, adı geçen köyün Devlet güvenlik güçlerince boşaltılan
köylerden olup olmadığı, eğer köy Devlet tarafından boşaltılmış köylerden
değilse, köyün M.A. tarafından Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne satış sebebiyle
mi, yoksa daha önce mi boşaltıldığı sorulmuş, 19.09.2007 tarihli ara kararına
verilen cevaba ekli belgelerin incelenmesinden Alibey
Köyünde terör olayı meydana gelmediği, ancak bu köyü etkileyecek şekilde çevre
köylerde terör olayları meydana geldiğinin jandarma tutanakları ile
belirtildiği görülmüştür. Öte yandandavalı idare
tarafından ifadelerine başvurulan Alibey Köy Köyü
eski ve yeni muhtarları ifadelerinde davacıyı tanıdıklarını, davacının bu köyde
ikamet ettiğini, 1993 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köyü terk
etmek zorunda kaldığını, köyü terk etmeden evvel kendilerine ait ne zaman
yapıldığını bilmedikleri evlerde oturduğunu beyan etmişlerdir.
Gerek ifade tutanakları gerekse keşif ve
bilirkişi incelemesine ait tutanak ile jandarma tutanaklarının birlikte
değerlendirilmesinden davacının yakın çevrede meydana gelen teör
olayları nedeniyle köyü terk ettiği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla
davacının terör olaylarından duyduğu endişe nedeni ile köyü terk ettiği sabit
olup, uyuşmazlığın çözümü bakımından terör olayları nedeni ile köyü terk ettiği
sabit olan davacının kendine ait 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini gereken
bir zarara uğrayan malvarlığının olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu
noktada keşif ve bilirkişi incelemesi sırasında düzenlenen tutanak ile Alibey Köyünün eski ve yeni muhtarlarının ifadelerinin
birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda yazıldığı gibi keşif
tutanağında davacı adına 130m2 ev ile 75m2 ahır tespiti yapılmış, ifade
tutanaklarında da davacının köyü güvenlik endişesi ile terk etmeden kendine ait
evde oturduğu ifade edilmiştir. Ancak yine keşif tutanağında davacı köyü terk
ettikten sonra ev ve ahır yerinin köy sahibi tarafından Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğüne satıldığı belirlemesi de yapılmıştır. Bu durumda keşif tutanağında
davacı adına olduğu tespit edilen ev ve ahırın yerinin davacıya mı, yoksa Köy
sahibi M.A. ve müştereklerine mi? ait olduğunet
olarak ortaya konulamamıştır. Görüldüğü gibi davacının 5233 sayılı kanun
kapsamında tazmin edilecek bir zararının olup olmadığı idare tarafından tam
olarak belirlenmemiş, bu hususu aydınlatacak ilgili yerler (Köy hizmetleri
Genel Müdürlüğ, Tapu Sicil müdürlüğü, ... v.b.) nezdinde yeterli bir araştırma yapılmamıştır.
5233 sayılı Kanun ile bu Kanuna istinaden
düzenlenen ilgili yönetmeliğin mezkur hükümlerine göre, tazminat istemiyle
idareye başvuran davacının tazminat başvurusunun haklı olup olmadığı, davacının
iddia ettiği gibi bir zararının olup olmadığı, zararın sebebi, kaynağı,
miktarı, davacının hangi tarihte köyünden göçtüğü, göçün sebebi, köyden uzak
kaldığı dönemlerde köyde malvarlığı varsa bunlardan yararlanma imkanının
bulunup bulunmadığı, yararlanma imkanı bulunmuyor idiyse ne kadar süre ile
malvarlıklarından yararlanamadığı, davacının uğradığı zarar var ise zararın
hangi kalemlerden oluştuğu, miktarı vesair hususların
davalı idarece herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde hukuken geçerli
somut bilgi ve belgelerle tespit edilerek buna göre başvuru hakkında işlem
tesis edilmesi gerekmektedir.
Dava konusu olayda ise bölgede meydana gelen
terör olaylarından duyduğu endişe nedeni ile köyünü terk ettiği sabit olan
davacının, zarara uğrayan malvarlığı bulunup bulunmadığı konusunda kesin bir
kanaate ulaşılmasına yetecek veri elde edilmeden köyün, köy sahibi tarafından
satılması gerekçe gösterilerek başvurunun reddedildiği anlaşıldığından tesis
edilen işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir...”
12. Kararın idarece temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/9/2011 tarihli ve E.2011/10336,
K.2011/1400 sayılı kararı ile bozma kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı
şöyledir:
"...Dosyanın ve Dairemizin diğer
esaslarına kayıtlı Alibey köyüne ait dosyaların
birlikte incelenmesinden; davacının ikamet ettiği Diyarbakır ili, Bismil
ilçesi, Alibey köyünün "terör eylemeleri"
veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" nedeniyle
idarece veya köy halkı tarafından boşaltılmadığı, köyün köydeki arazilerin
sahibi olan M.A. tarafından Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne satılması sonucu
davacının köyden göç ettiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Alibey köyü halkının ekonomik ve sosyal sebeplerle köyü
terk etmeleri nedeniyle uğradıkları zararın, 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, İdare Mahkemesi
tarafından, davanın reddi yolunda karar verilmesi gerekirken, işlemin iptali
yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır."
13. Bozma kararı üzerine Diyarbakır
2. İdare Mahkemesinin 27/12/2011 tarihli ve E.2011/2184, K.2011/3251 sayılı
kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Dava dosyasının, mahkememizin diğer
esaslarına kayıtlı Alibey Köyü"ne ait dosyalarının ve
emsal Danıştay kararlarının birlikte incelenmesinden; davacının ikamet ettiği
Diyarbakır ili, Bismil ilçesi, Alibey Köyü"nün
"terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler" nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından boşaltılmadığı,
köyün, köydeki arazilerin sahibi olan M.A. tarafından Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü"ne satılması sonucu davacının köyden göç ettiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Alibey Köyü halkının ekonomik ve sosyal sebeplerle köyü
terk etmeleri nedeniyle uğradıkları zararın, 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır."
14. Başvurucu tarafından kararın temyiz edilmesi üzerine
Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2012 tarihli ve
E.2012/3380, K.2012/13682 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu,
dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
15. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 28/11/2013 tarihli ve
E.2013/8357, K.2013/9437 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
.
16. Ret kararının 19/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edildiği ve 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
18. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 8/12/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köyün güvenlik kaygısı ile değil köyün
M.A tarafından satılması nedeniyle terk edildiği yönündeki Mahkeme gerekçesinin
hatalı olduğunu, M.A.nın sadece kendisine ait
arazileri sattığını, kendisine ait olan taşınmazların M.A. tarafından
satıldığının ispat edilemediğini, köyün satılması gibi bir durumun söz konusu
olamayacağını, jandarma tutanaklarının çelişkili olduğunu, tutanakta imzası
olan köy muhtarının 2000 yılından sonra seçildiğini, köy halkının köy korucusu
olmayı kabul etmediği için köyden göç etmeye zorlandığını, idarenin can ve mal
güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından
yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme
nedeniyle zararının tazmin edilmediğini, ayrıca yaptığı başvuru hakkında
yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 1., 2., 3., 4., 5., 6., 8., 9., 13., 14.
maddelerinde sayılan haklarınınihlal edildiğini iddia
etmiş; maddi ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Sözleşme"nin 1., 2., 3., 4., 5., 6., 8., 9., 13., 14.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16).Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar
altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
22. Başvurucu; Komisyon tarafından verilen kararın akabinde
açtığı davadan sonuç alamadığını, göç etmeye mecbur kalması nedeni ile mal
varlığına ulaşamadığını; tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim kaynaklarından
mahrum kaldığını, anılan zararlara köy boşaltma eylemleri ile sebebiyet
verilmiş olmasına rağmen zararlarının tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuş ve yargılama sürecinde yapılan incelemeler
ve lehine olmayan yargı kararı temeline dayandırıldığı tespit edilen bu
iddiaların Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
23. Başvurucu; yargılamanın adil olmadığı iddiası kapsamında
ayrıca Komisyonun ve Mahkemenin kararının hatalı olduğunu, köyün M.A.
tarafından satılması nedeniyle terk edildiği yönündeki gerekçesinin gerçeği
yansıtmadığını, çevre köylerde terör olaylarının meydana geldiğini, yaşanan
olaylar neticesinde güvenlik nedeniyle göç etmeye mecbur kaldığını, oluşan
zararları için yeterli bir giderim imkânının kendisine sağlanmadığını iddia
etmiştir.
24. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı; 6216 sayılı Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
25. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesidir. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden
incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz,
§ 26).
26. Başvurucu; maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri
neticesinde davanın reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemelerince delillerin
takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte
olup başvurucunun iddialarının özünün Derece Mahkemelerince delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
27. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, başvurucunun
ikamet ettiği Diyarbakır ili Bismil ilçesi Alibey
köyünün terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından boşaltılmadığı,köydeki
arazilerin sahibi olan M.A. tarafından köyün Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne
satılması sonucu başvurucunun köyden göç ettiğinin anlaşıldığı, bu durumda
aralarında başvurucunun da bulunduğu Alibey köyü
halkının ekonomik ve sosyal sebeplerle köyü terk etmesi nedeniyle uğradığı
zararın 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığı belirtilerek davanın reddine hükmedilmiştir.Başvurucunun
iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme
kararı onanmış; karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir.
28. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde köyün terör nedeniyle
boşaltılmış olduğuna ilişkin bilgi ve belge sunulmadığı, Mahkeme kararı
gerekçesi de (bkz. §§ 8, 23)dikkate alındığında Derece Mahkemelerinin
kararlarında bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
30. Başvurucu, ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmektedir.
31. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddiaların yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama
sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun
delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin
olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da saptanmadığı
anlaşılan somut yargılama faaliyetinin Derece Mahkemelerince adil yargılanma
hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan
mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine
gerek görülmemiştir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma
hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
35. Somut davalara bir bütün olarak bakıldığında Komisyona
başvuru tarihi (26/7/2005) ile nihai karar tarihi olan karar düzeltme isteminin
reddine dair karar tarihi (28/11/2013) arasında geçen ve toplam süresi 8 yıl 4
ay olan yargılamada başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir
yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
37.6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
38. Başvurucu,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitini ve bu nedenle
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
39. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
40. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/12/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.