Esas No: 2014/18133
Karar No: 2014/18133
Karar Tarihi: 9/3/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CAFER ARSLAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/18133) |
|
Karar Tarihi: 9/3/2017 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
Cafer ARSLAN |
Vekili |
: |
Av. Cemile
AÇIKGÖZ KULAÇ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Maliye Hazinesi adına orman sınırları dışına
çıkarılan taşınmazın kullanıcısının belirlenmesine ilişkin kadastro tespitine
itirazın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul bir
sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Kocaeli ili Kandıra ilçesine bağlı Akçabeyli
köyünde 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun ek 4. maddesi
uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ve muhdesatları ile bunların kullanıcılarının tespiti amacıyla
2010 yılında kadastro çalışmaları (kullanım kadastrosu) yapılmıştır.
9. Bu köyde yapılan kullanım kadastrosu sırasında, 5.093,49 m2 yüzölçümlü 124 ada 13 parsel ve 5.032,34 m2 yüzölçümlü 124 ada 20 parsel sayılı
taşınmazlar "tarla" nitelikli olarak Hazine adına sınırlandırılarak
tespit edilmiştir. Bu taşınmazlara ait 14/3/2010 tarihli kadastro tutanaklarının
beyanlar hanesinde söz konusu taşınmazların 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı
Orman Kanunu"nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi (2/B) uyarınca
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı belirtilmiştir. Beyanlar
hanesinde ayrıca bu taşınmazların 1996 yılından beri H.İ. oğlu N.A."nın kullanımında olduğu yazılmıştır. Tutanakların edinme
sebeplerinde; bu taşınmazların 13/8/1990 tarihinde köy satış senedi
düzenlenerek başvurucuya, başvurucu tarafından da 8/1/1996 tarihinde yine köy
satış senediyle N.A."ya satıldığı ve satış tarihinden
bu yana da taşınmazların N.A."nın kullanımında olduğu
açıklanmıştır.
10. Akçabeyli köyünde yapılan kullanım
kadastrosu sınırlandırma ve tespitleri 21/4/2010 - 21/5/2010 tarihleri arasında
askı ilanına alınmıştır. Başvurucu 12/5/2010 tarihinde N.A. aleyhine Kandıra
Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır.
11. Başvurucunun köy satış senedindeki imzanın sahte olduğunu
ileri sürmesi üzerine Mahkemece, Adli Tıp Kurumundan imza karşılaştırması raporu
alınmıştır. Adli Tıp Kurumu raporunda 13/8/1990 tarihli satış senedindeki
imzanın başvurucunun eli ürünü olduğu, ancak 8/1/1996 tarihli satış senedindeki
imzanın ise başvurucunun eli ürünü olmadığı belirtilmiştir.
12. Mahkeme, 11/10/2013 tarihinde uyuşmazlık konusu
taşınmazların başında kadastro ve ziraat uzmanı teknik bilirkişilerin de
katılımıyla keşif yapmıştır. Keşif sırasında mahalli bilirkişiler, kadastro
tutanaklarında imzası bulunan bilirkişiler (tespit bilirkişileri) ile
tarafların tanıkları dinlenilmiştir.
13. Mahkemenin 20/11/2013 tarihli kararıyla; davanın reddine ve
orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların tespit gibi N.A."nın kullanımında olduğu belirtilmek suretiyle Hazine adına
tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tespitin aksini iddia eden
tarafça bu durumun ispat edilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme,
yapılan keşifte dinlenen mahalli bilirkişi M.T., tespit bilirkişisi R.E. ve
davalı tanığı N.D. ile davacı tanığı C.Ç. tarafından, bu taşınmazların davalı
N.A. tarafından sahiplenildiğinin beyan edildiğini tespit etmiştir. Mahkeme
taşınmazların davalıya devrine dair senedin sahte olduğunun ispatlandığını
kabul etmiş ancak davalının bu taşınmazları kadastro tespiti öncesinde üç
yıldır kullandığını vurgulamıştır. Kararda, başvurucunun kanun ile öngörülen
bir yıllık süre içinde zilyetliğin korunması davası açmadığı ve bu taşınmazlara
fiilen de zilyet olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun
uyuşmazlık konusu taşınmazların (fiilî olarak) kullanıcısının kendisi olduğunu
ya kendisi tarafından kullanıldığını ispat edemediği kanaatine vardığını
açıklamıştır.
14. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay 16. Hukuk
Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme
talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 25/9/2014 tarihli ilamıyla bu talebin reddine
karar verilmiştir.
15. Nihai karar başvurucu vekiline 20/10/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 14/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 6831 sayılı Kanun"un 2. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
"Orman sayılan yerlerden:
...
B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen
bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe,
meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep
fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak
gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile
şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına çıkartılır.
Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler
Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise
bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına
çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi
yapılır."
18. 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesi şöyledir:
“6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla
değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı,
5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci
maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman
sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve
varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait
olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro
tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci
maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle
kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları
ikinci kadastro sayılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında
orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve
hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman işletme
müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman
mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir. Bu
çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren
tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan
kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro
kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir
ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte
imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına
göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ
edilmiş sayılır.
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan
yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının
talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları
dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu işlemler
sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hatalar,
yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir.
..."
19. 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin
Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan
Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında
Kanun"un 6. maddesi şöyledir:
"(1) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar
hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme
listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına
göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların
31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın
sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi
içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve
dava konusu etmeksizin kabul edenler bu Kanuna göre hak sahibi sayılır.
(2) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar
hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme
listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına
göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların
31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın
sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi
içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve
dava konusu etmeksizin kabul edenler de hak sahibi sayılır.
(3) Hak sahiplerinden birinci fıkra kapsamında
olanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, ikinci
fıkra kapsamında olanlar ise, güncelleme listelerinin tescil edildiği veya
kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye
başvurarak, bu taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan
satılmasını isteyebilirler.
(4) Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan
taşınmazların satış bedeli, rayiç bedelin yüzde yetmişidir.
(5) Başvuru sahiplerinden satış bedellerine
mahsup edilmek üzere; belediye ve mücavir alan sınırları içinde olan yerler
için iki bin Türk Lirası, dışında olan yerler için bin Türk Lirası başvuru
bedeli alınarak ilgilileri adına emanet hesabına kaydedilir.
(6) Hak sahiplerine satış işlemleri idarece,
başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.
(7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
düzenlenen güncelleme listeleri veya kadastro tutanakları kapsamında kalan
taşınmazların satış işlemleri, 1/5/2010 tarihinden itibaren tespit edilen rayiç
bedeller üzerinden yapılır.
(8) Satış bedeli peşin veya taksitle
ödenebilir. Satış bedelinin tamamının peşin ödenmesi hâlinde yüzde yirmi, en az
yarısının ödenmesi hâlinde yüzde on oranında indirim uygulanır ve bu bedeller
idarece yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenir.
Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemez ve dava açılamaz. Peşinat
alınmadan yapılan taksitle satışlarda ise satış bedelinin yüzde onu, yapılan
yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanı ise belediye ve
mücavir alan sınırları içinde en fazla üç yılda altı eşit taksitte, belediye ve
mücavir alan sınırları dışında ise en fazla dört yılda sekiz eşit taksitte
faizsiz olarak ödenir. Taksitli satışlarda kalan miktarı karşılayacak tutarda
kesin ve taksitlendirmeye uygun süreli banka teminat mektubu verilmesi veya
satışı yapılan taşınmazın üzerinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medenî Kanunu hükümleri uyarınca Hazine lehine kanuni ipotek tesis edilmesi
hâlinde; taşınmaz, tapuda hak sahibi adına devredilir. İdare tarafından yapılan
taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan taşınmaz satış sözleşmeleri ile kanuni
ipotek sözleşmelerinde resmî şekil şartı aranmaz. Hak sahipliği belgesi; hak
sahibinin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, imzası, fotoğrafı ve nüfus
bilgilerini içerecek şekilde idarece düzenlenir. Düzenlenen hak sahipliği
belgelerinin idarece yazılı olarak tapu idaresine bildirilmesi üzerine, devir
ve kanuni ipotek tapu siciline resen tescil edilir. İpotek tesis edilerek
devredilen taşınmazların üçüncü kişilere satılması hâlinde borcun kalan
tutarından alıcılar sorumludur. Bu hususta tapu kütüğünde gerekli belirtme
yapılır. Hak sahibi adına mülkiyet devredilmeden yapılan taksitli satışlarda,
hak sahibi tarafından yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda, tahsil
edilen tutar hak sahibine aynen ve faizsiz olarak iade edilir.
(9) Peşin satışlarda satış bedelinin tamamını,
taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle
yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma hakları düşer.
Ancak, taksitli satışlarda, taksit süresinin sonuna kadar ödenmek kaydıyla
taksitlerden ikisinin vadesinde ödenmemesi yükümlülüklerin ihlali anlamına
gelmez. Vadesinde ödenmeyen taksit tutarlarına 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesine göre
belirlenen oranda gecikme zammı uygulanır.
...
(14) Bu maddeye göre hak sahibi bulunmayan
veya doğrudan satın almaya ilişkin hak sahipliği kalmayan taşınmazların tapu
kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat
belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir
ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca satış dâhil genel hükümlere göre
değerlendirilir.
(15) Hak sahipliği kalmayan taşınmazların
değerlendirilmesi amacıyla, 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin son fıkrası
kapsamında kalanlar hariç olmak üzere, üzerlerinde bulunan kişilere ait yapı ve
eklentiler; o yıla ait Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapı birim fiyatlarından
eksik imalat bedelleri ve yıpranma payı düşüldükten sonra kalan bedeli
ilgililerine ödenmek suretiyle yıktırılır veya bu şekilde belirlenen bedel,
taşınmazın değerine eklenerek son müracaat tarihinden itibaren üç yıl içinde
satılarak satıştan elde edilen gelirden yapı ve eklenti sahiplerine ödenir ve
idare tarafından yapıların tahliyesi sağlandıktan sonra ferağ işlemleri
gerçekleştirilir.
..."
20. 6292 sayılı Kanun"un 11. maddesinin (4) ve (5) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(4) Bu Kanun kapsamında kalan
taşınmazlardan hak sahiplerine satılmaması, ilgililerine devredilmemesi veya
iade edilmemesi gerektiği halde bu tasarruflara konu edilenlerden; satılanların
satış bedeli kanuni faiziyle iade edilir, devir ve iade edilenler ise bedelsiz
olarak geri alınır.
(5) Hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu
Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak üzere hak sahipleri veya ilgilileri
tarafından süresi içerisinde başvuruda bulunulmaması veya başvuruda
bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da gerekli
şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan satılamamaları veya iade edilmemeleri
sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer
alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye
Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar
Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre değerlendirilir. Bu yerlerden kamu
hizmetlerinde kullanılanlar, kamu idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanlar
ve özel kanunları gereğince ilgili idarelere tahsisi gerekenler Maliye
Bakanlığınca tahsis edilir."
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece
mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum”
esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 §
62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz
[BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129).
22. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi"ne (Sözleşme) ek (1) Numaralı Protokol"ün 1. maddesinin mülkiyeti
elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Van der Mussele/Belçika [GK],
B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve
diğerleri/Letonya (kk), B. No: 48321/99,
23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi
Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
23. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Sözleşme"ye ek (1) Numaralı Protokol"ün
1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması
durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da
içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde
edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet
hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§
35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam
II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001; meşru beklenti
kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments
Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
24. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre, temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli
değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, (kk) [BD]B. No: 39794/98,
10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair
bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna
varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).
25. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir
olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir
düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına
dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye
(kk), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
26. AİHM, kamu malı niteliğinde bulunan taşınmazlara tapu tahsis
belgesi verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti yönünden
değerlendirmeler yaptığı kararında, mülkten yararlanmaya devam etme konusundaki
meşru beklentinin iç hukukta yeterli bir temele dayanması gerektiğini,
başvuruculara verilen tapu tahsis belgesine dayanılarak mülk sahibi olunmasının
şartları olduğunu yani bu hakkın şartlı bir hak sağladığını ve şartların oluşup
oluşmadığının derece mahkemeleri tarafından değerlendirileceğini belirtmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04,
26/4/2011, §§ 52, 53).
27. Diğer taraftan AİHM, Sözleşme"ye
ek (1) Numaralı Protokol"ün 1. maddesinin, devletin doğrudan müdahalesinin söz
konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli
durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma
yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri
çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile-
kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir
koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet özellikle, tarafların
mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin
güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü
altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç
hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet
uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp
sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. N: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90,
91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, §
112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD],
B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, §
134).Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki
görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması
bakımından sahip oldukları takdir hakkına açıkça keyfî veya bariz bir takdir
hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz,
§ 83; Ukraine‑Tyumen/Ukrayna, B. No: 22603/02, 22/11/2007, §
51; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007,
§ 47).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 9/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkın İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, kullanım kadastrosu sırasında bir satış senedine
dayalı olarak uyuşmazlık konusu taşınmazların N.A."nın
kullanımında olduğunun tespit edildiğini ancak bu tespitin hatalı olduğunu
iddia etmektedir. Başvurucuya göre kadastro sırasında esas alınan satış
senedindeki imza sahte olup bu taşınmazlar kendisinin işgalinde bulunmaktadır.
Başvurucu bu nedenle açtığı kadastro tespitine davasında da Adli Tıp Kurumu
raporuyla imzanın sahte olduğunun belirlendiğini, ancak buna rağmen davanın
reddedildiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
30. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu kullanım kadastrosu tespitine
itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık
konusu taşınmazların kullanıcısının kendisi olmasına karşın hatalı tespit
edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının
mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Genel İlkeler
32. Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa"yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa"da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
33. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve
Sözleşme"nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet
hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının
tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile
yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd.
Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının
ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu
kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).
34. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
35. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve
gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).
36. Bireylerin Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında
bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu
bireylerin haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek
sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin
mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan
müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep
edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan
hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce anayasal yorumla temel hakların
korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas
ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturup üzerine düşen
görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye
Emekliler Derneği, § 40).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
37. 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında,
6831 sayılı Orman Kanunu"nun 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Maliye Hazinesi
adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiilî kullanım durumları
dikkate alınarak kimler tarafından ve ne zamandan beri kullanıldığının, varsa
üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro
tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesi suretiyle öncelikle kadastrosu
yapılarak Hazine adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.
38. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun"un 2. maddesinin
(B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın 3402 sayılı
Kanun"un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine
adına tespit gördüğü ve mülkiyetinin Hazineye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim bu husus taraflar arasında uyuşmazlık konusu da olmamıştır. Bu bakımdan
başvurucu adına düzenlenen bir tapu kaydının bulunmadığı ve taşınmazın
mülkiyetinin Hazineye ait bulunduğu tartışmasızdır (Benzer yönde bkz. Cüneyt Ali Turgut, B. No: 2013/8332,
10/3/2016, § 43).
39. Bununla birlikte 6292 sayılı Kanun"un 6. maddesine göre,
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların tespit edilen
kullanıcıları yönünden bu taşınmazları belirli bir bedel mukabilinde satın
almak üzere hak sahibi sayılmaları öngörülmüştür. Dolayısıyla kişinin böyle bir
taşınmazda kullanıcı olduğunun tespit edilmesi, anılan kanun çerçevesinde
taşınmazı belirli koşullara bağlı olarak satın alma hakkı vermektedir.
40. Başvuru konusu olayda, başvurucu Hazine adına orman
sınırları dışına çıkarılan taşınmazların kullanıcısının kendisi olduğu hâlde
kadastro sırasında yanlış tespit edildiği iddiasıyla kadastro tespitine itiraz
davası açmıştır. Mahkeme ise taşınmazın başında keşif yapmış, keşif sırasında
tarafların tanıklarını ve mahalli bilirkişileri dinlemiş, kadastro ve ziraat
uzmanı teknik bilirkişilerden raporlar almıştır. Yapılan yargılama neticesinde
Mahkeme, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazların kullanıcısı olduğunu kanıtlamayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiştir. Başvurucunun temyiz ve karar düzeltme istemleri de aynı gerekçelerle
Yargıtayca reddedilmiştir.
41. Öncelikle mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen
yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile
temsil ettirdiği, yargılamanın duruşmalı olarak görüldüğü, başvurucuya itiraz
ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı
anlaşılmaktadır.
42. Başvurucu kadastro tespitinde esas alınan satış senedinin
sahte olduğunu ileri sürmüş, Mahkeme de aldırdığı Adli Tıp Kurumu raporuna göre
bu senedin sahte olduğunun kanıtlandığını kabul etmiştir. Ancak Mahkeme,
davanın kullanıcı tespitine ilişkin olduğunu belirterek kullanım kadastrosu
öncesi fiilî durumu esas alarak sonuca varmıştır.
43. Belirtmek gerekir ki, 3402 sayılı Kanun"un 18. maddesinin
ikinci fıkrasına göre orman niteliğindeki taşınmazların zilyetlik yoluyla
edinilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olay bakımından zilyetliğe
dayalı olarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinmeye ilişkin kuralların
uygulanmasının söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 3402 sayılı
Kanun"un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında da Hazine adına orman sınırları
dışına çıkarılan taşınmazların fiilî kullanım durumlarına göre tespitin
yapılacağı belirtilmiştir. Mahkeme de davanın reddini, bir davacı tanığının da
aralarında olduğu tarafların tanıkları ve mahalli bilirkişi beyanlarına göre
kullanım kadastrosu öncesi taşınmazların fiilî kullanıcısının davalı olduğunu,
başvurucunun ise kullanıcı olduğunu kanıtlayamadığı gerekçesine
dayandırmaktadır.
44. Benzer davalar bakımından Yargıtay, 3402 sayılı Kanun"un ek
4. maddesindeki düzenleme karşısında bu tür davalarda 3402 sayılı Kanun"un 14.
maddesinde öngörülen mülkiyetin kazanılmasına ilişkin koşulların varlığının
aranmayacağı görüşündedir. Yargıtay kararlarında, gayrimenkul hukukunda
kullanıma ilişkin olarak “zilyetlik” kavramı kullanılmakta iken ek 4. maddede
“fiilî kullanım” kavramının kullanıldığı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamasında
fiilî kullanımın, ekonomik amaca uygun bir kullanım olması gerektiği ve en
azından taşınmaz üzerinde fiilî hâkimiyet sağlamaya yetecek bir süredeki
zilyetliğin yeterli olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay kararlarında, kullanım
kadastrosunun amacı; 2/B sahalarını, fiilî kullanım durumlarını dikkate alarak
parsellere ayırmak ve bu taşınmazları Hazine adına tescil ederken taşınmazlar
üzerinde tespit günü itibariyle fiilî kullanımı bulunanları ve muhdesatları tespit ederek tapunun beyanlar hanesinde
göstermek olarak açıklanmıştır (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 8/11/2016 tarihli
ve E.2016/14023, K.2016/8832 sayılı ile aynı Dairenin 29/3/2016 tarihli ve
E.2015/8945, K.2016/3462 sayılı kararları).
45. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk
kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel
başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde hukukun
ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve
bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince
kesin olarak reddedildiği durumlarda açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir
takdir hatası içermediği sürece “meşru bir
beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz.
46. Sonuç olarak orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın
mülkiyeti Hazineye ait olup kadastro mahkemesinde görülen yargılamada
başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazların fiilî kullanıcısı olduğunu
kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından ilgili hukuk kuralları
ve benzeri içtihatlar gözetildiğinde derece mahkemelerinin kararlarının açıkça
keyfî olduğu veya bariz takdir hatası içerdiği de tespit edilememiştir.
Dolayısıyla somut başvuru açısından, yeterli bir hukuki temele dayalı olmadığından
başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı
kapsamında bir mülkü veya en azından mülkiyeti elde etme yönünde bir meşru
beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi benzer
başvurularda da aynı sonuca varmıştır (karşılaştırma için bkz. Cüneyt Ali Turgut, §§ 24-52).
47. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
48. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
52. Başvuruya konu dava, Maliye Hazinesi adına orman sınırları
dışına çıkarılan anılan taşınmazların "kullanıcılarının
belirlenmesine" ilişkin kadastro tespitine itiraz hakkındadır. Nitekim Mahkeme
kararı ve gerekçesi ile Yargıtayın onama ve karar
düzeltme ilamları incelendiğinde de; uyuşmazlığın, taşınmazın sadece
"fiili kullanım durumunun" tespiti ile sınırlı olarak irdelendiği
görülmektedir (bkz. §§ 13-14). Dolayısıyla belirtilen mahiyeti itibarıyla somut
davanın, karmaşıklıktan uzak olduğu açıktır. Yargılama süresince duruşmaların
on iki oturum boyunca sürdüğü görülmektedir. Mahkeme, köy satış senedinde
sahtecilik iddiasına ilişkin olarak Adli Tıp Kurumundan imza karşılaştırması
raporu aldırmıştır. Bu süreç ise, 26/1/2011 tarihli üçüncü oturumdan 19/6/2013
tarihli on birinci oturuma kadar yaklaşık iki yıl beş ayda sonuçlanabilmiştir.
Mahkeme, ancak bu süreç tamamlandıktan sonra 11/10/2013 tarihinde teknik
bilirkişiler ile birlikte uyuşmazlık konusu taşınmazların başında keşif icra
etmiş, mahalli bilirkişileri, tespit bilirkişilerini ve taraf tanıklarını
dinlemiştir. Bununla birlikte, yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, söz
konusu satış senedi ile adli tıp raporuna itibar edilemeyeceğini gerekçeleriyle
açıklamıştır (bkz. §§ 13). Zira Mahkemeye göre, dava yalnızca "fiili
kullanım durumunun" tespitine ilişkin olduğundan, bu delillerin varılan
sonuca etkisi bulunmamaktadır. Sonuç olarak Mahkemenin, yapılan keşif, keşifte
dinlenen mahalli bilirkişiler, tespit bilirkişileri ve tanık beyanlarını esas
alarak hüküm kurduğu, Yargıtayın da yine bu delilleri
dikkate alarak hükmü onadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, yargılamanın
uzamasında en önemli etken olan adli tıp raporunun aldırılmasının gerekli olmadığı
derece mahkemelerince de kabul edilmiştir. Diğer taraftan, başvurucu adına
vekili, yapılan bütün keşif ve duruşmalara katılmış olup, başvurucunun
yargılamanın uzamasına etki edecek bir kusurunun bulunduğu ise tespit
edilememiştir.
53. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 4 ay süren
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
54. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. …”
56. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden maddi ve
adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden ise manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
57. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
58. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer
tazminat taleplerinin ise reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Kandıra Kadastro Mahkemesine
(E.2010/26, K.2013/166) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.