Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2014/18133
Karar No: 2014/18133
Karar Tarihi: 9/3/2017

        Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CAFER ARSLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/18133)

 

Karar Tarihi: 9/3/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Cafer ARSLAN

Vekili

:

Av. Cemile AÇIKGÖZ KULAÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Maliye Hazinesi adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın kullanıcısının belirlenmesine ilişkin kadastro tespitine itirazın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Kocaeli ili Kandıra ilçesine bağlı Akçabeyli köyünde 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun ek 4. maddesi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ve muhdesatları ile bunların kullanıcılarının tespiti amacıyla 2010 yılında kadastro çalışmaları (kullanım kadastrosu) yapılmıştır.

9. Bu köyde yapılan kullanım kadastrosu sırasında, 5.093,49 m2 yüzölçümlü 124 ada 13 parsel ve 5.032,34 m2 yüzölçümlü 124 ada 20 parsel sayılı taşınmazlar "tarla" nitelikli olarak Hazine adına sınırlandırılarak tespit edilmiştir. Bu taşınmazlara ait 14/3/2010 tarihli kadastro tutanaklarının beyanlar hanesinde söz konusu taşınmazların 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu"nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi (2/B) uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı belirtilmiştir. Beyanlar hanesinde ayrıca bu taşınmazların 1996 yılından beri H.İ. oğlu N.A."nın kullanımında olduğu yazılmıştır. Tutanakların edinme sebeplerinde; bu taşınmazların 13/8/1990 tarihinde köy satış senedi düzenlenerek başvurucuya, başvurucu tarafından da 8/1/1996 tarihinde yine köy satış senediyle N.A."ya satıldığı ve satış tarihinden bu yana da taşınmazların N.A."nın kullanımında olduğu açıklanmıştır.

10. Akçabeyli köyünde yapılan kullanım kadastrosu sınırlandırma ve tespitleri 21/4/2010 - 21/5/2010 tarihleri arasında askı ilanına alınmıştır. Başvurucu 12/5/2010 tarihinde N.A. aleyhine Kandıra Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır.

11. Başvurucunun köy satış senedindeki imzanın sahte olduğunu ileri sürmesi üzerine Mahkemece, Adli Tıp Kurumundan imza karşılaştırması raporu alınmıştır. Adli Tıp Kurumu raporunda 13/8/1990 tarihli satış senedindeki imzanın başvurucunun eli ürünü olduğu, ancak 8/1/1996 tarihli satış senedindeki imzanın ise başvurucunun eli ürünü olmadığı belirtilmiştir.

12. Mahkeme, 11/10/2013 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazların başında kadastro ve ziraat uzmanı teknik bilirkişilerin de katılımıyla keşif yapmıştır. Keşif sırasında mahalli bilirkişiler, kadastro tutanaklarında imzası bulunan bilirkişiler (tespit bilirkişileri) ile tarafların tanıkları dinlenilmiştir.

13. Mahkemenin 20/11/2013 tarihli kararıyla; davanın reddine ve orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların tespit gibi N.A."nın kullanımında olduğu belirtilmek suretiyle Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tespitin aksini iddia eden tarafça bu durumun ispat edilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, yapılan keşifte dinlenen mahalli bilirkişi M.T., tespit bilirkişisi R.E. ve davalı tanığı N.D. ile davacı tanığı C.Ç. tarafından, bu taşınmazların davalı N.A. tarafından sahiplenildiğinin beyan edildiğini tespit etmiştir. Mahkeme taşınmazların davalıya devrine dair senedin sahte olduğunun ispatlandığını kabul etmiş ancak davalının bu taşınmazları kadastro tespiti öncesinde üç yıldır kullandığını vurgulamıştır. Kararda, başvurucunun kanun ile öngörülen bir yıllık süre içinde zilyetliğin korunması davası açmadığı ve bu taşınmazlara fiilen de zilyet olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazların (fiilî olarak) kullanıcısının kendisi olduğunu ya kendisi tarafından kullanıldığını ispat edemediği kanaatine vardığını açıklamıştır.

14. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 25/9/2014 tarihli ilamıyla bu talebin reddine karar verilmiştir.

15. Nihai karar başvurucu vekiline 20/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 14/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 6831 sayılı Kanun"un 2. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"Orman sayılan yerlerden:

...

B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,

Orman sınırları dışına çıkartılır.

Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır."

18. 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesi şöyledir:

 “6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir.

Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz.

Bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman işletme müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir. Bu çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ edilmiş sayılır.

Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu işlemler sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hatalar, yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir.

..."

19. 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun"un 6. maddesi şöyledir:

"(1) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler bu Kanuna göre hak sahibi sayılır.

(2) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler de hak sahibi sayılır.

(3) Hak sahiplerinden birinci fıkra kapsamında olanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, ikinci fıkra kapsamında olanlar ise, güncelleme listelerinin tescil edildiği veya kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye başvurarak, bu taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan satılmasını isteyebilirler.

(4) Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan taşınmazların satış bedeli, rayiç bedelin yüzde yetmişidir.

(5) Başvuru sahiplerinden satış bedellerine mahsup edilmek üzere; belediye ve mücavir alan sınırları içinde olan yerler için iki bin Türk Lirası, dışında olan yerler için bin Türk Lirası başvuru bedeli alınarak ilgilileri adına emanet hesabına kaydedilir.

(6) Hak sahiplerine satış işlemleri idarece, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.

(7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listeleri veya kadastro tutanakları kapsamında kalan taşınmazların satış işlemleri, 1/5/2010 tarihinden itibaren tespit edilen rayiç bedeller üzerinden yapılır.

(8) Satış bedeli peşin veya taksitle ödenebilir. Satış bedelinin tamamının peşin ödenmesi hâlinde yüzde yirmi, en az yarısının ödenmesi hâlinde yüzde on oranında indirim uygulanır ve bu bedeller idarece yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenir. Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemez ve dava açılamaz. Peşinat alınmadan yapılan taksitle satışlarda ise satış bedelinin yüzde onu, yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanı ise belediye ve mücavir alan sınırları içinde en fazla üç yılda altı eşit taksitte, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise en fazla dört yılda sekiz eşit taksitte faizsiz olarak ödenir. Taksitli satışlarda kalan miktarı karşılayacak tutarda kesin ve taksitlendirmeye uygun süreli banka teminat mektubu verilmesi veya satışı yapılan taşınmazın üzerinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümleri uyarınca Hazine lehine kanuni ipotek tesis edilmesi hâlinde; taşınmaz, tapuda hak sahibi adına devredilir. İdare tarafından yapılan taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan taşınmaz satış sözleşmeleri ile kanuni ipotek sözleşmelerinde resmî şekil şartı aranmaz. Hak sahipliği belgesi; hak sahibinin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, imzası, fotoğrafı ve nüfus bilgilerini içerecek şekilde idarece düzenlenir. Düzenlenen hak sahipliği belgelerinin idarece yazılı olarak tapu idaresine bildirilmesi üzerine, devir ve kanuni ipotek tapu siciline resen tescil edilir. İpotek tesis edilerek devredilen taşınmazların üçüncü kişilere satılması hâlinde borcun kalan tutarından alıcılar sorumludur. Bu hususta tapu kütüğünde gerekli belirtme yapılır. Hak sahibi adına mülkiyet devredilmeden yapılan taksitli satışlarda, hak sahibi tarafından yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda, tahsil edilen tutar hak sahibine aynen ve faizsiz olarak iade edilir.

(9) Peşin satışlarda satış bedelinin tamamını, taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma hakları düşer. Ancak, taksitli satışlarda, taksit süresinin sonuna kadar ödenmek kaydıyla taksitlerden ikisinin vadesinde ödenmemesi yükümlülüklerin ihlali anlamına gelmez. Vadesinde ödenmeyen taksit tutarlarına 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesine göre belirlenen oranda gecikme zammı uygulanır.

...

(14) Bu maddeye göre hak sahibi bulunmayan veya doğrudan satın almaya ilişkin hak sahipliği kalmayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca satış dâhil genel hükümlere göre değerlendirilir.

(15) Hak sahipliği kalmayan taşınmazların değerlendirilmesi amacıyla, 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin son fıkrası kapsamında kalanlar hariç olmak üzere, üzerlerinde bulunan kişilere ait yapı ve eklentiler; o yıla ait Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapı birim fiyatlarından eksik imalat bedelleri ve yıpranma payı düşüldükten sonra kalan bedeli ilgililerine ödenmek suretiyle yıktırılır veya bu şekilde belirlenen bedel, taşınmazın değerine eklenerek son müracaat tarihinden itibaren üç yıl içinde satılarak satıştan elde edilen gelirden yapı ve eklenti sahiplerine ödenir ve idare tarafından yapıların tahliyesi sağlandıktan sonra ferağ işlemleri gerçekleştirilir.

..."

20. 6292 sayılı Kanun"un 11. maddesinin (4) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:

"(4) Bu Kanun kapsamında kalan taşınmazlardan hak sahiplerine satılmaması, ilgililerine devredilmemesi veya iade edilmemesi gerektiği halde bu tasarruflara konu edilenlerden; satılanların satış bedeli kanuni faiziyle iade edilir, devir ve iade edilenler ise bedelsiz olarak geri alınır.

(5) Hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak üzere hak sahipleri veya ilgilileri tarafından süresi içerisinde başvuruda bulunulmaması veya başvuruda bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da gerekli şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan satılamamaları veya iade edilmemeleri sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre değerlendirilir. Bu yerlerden kamu hizmetlerinde kullanılanlar, kamu idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanlar ve özel kanunları gereğince ilgili idarelere tahsisi gerekenler Maliye Bakanlığınca tahsis edilir."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

22. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ne (Sözleşme) ek (1) Numaralı Protokol"ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Van der Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve diğerleri/Letonya (kk), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

23. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme"ye ek (1) Numaralı Protokol"ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

24. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre, temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, (kk) [BD]B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).

25. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (kk), B. No: 22522/03, 9/12/2008).

26. AİHM, kamu malı niteliğinde bulunan taşınmazlara tapu tahsis belgesi verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti yönünden değerlendirmeler yaptığı kararında, mülkten yararlanmaya devam etme konusundaki meşru beklentinin iç hukukta yeterli bir temele dayanması gerektiğini, başvuruculara verilen tapu tahsis belgesine dayanılarak mülk sahibi olunmasının şartları olduğunu yani bu hakkın şartlı bir hak sağladığını ve şartların oluşup oluşmadığının derece mahkemeleri tarafından değerlendirileceğini belirtmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04, 26/4/2011, §§ 52, 53).

27. Diğer taraftan AİHM, Sözleşme"ye ek (1) Numaralı Protokol"ün 1. maddesinin, devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet özellikle, tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. N: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134).Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açıkça keyfî veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz, § 83; Ukraine‑Tyumen/Ukrayna, B. No: 22603/02, 22/11/2007, § 51; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 9/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkın İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, kullanım kadastrosu sırasında bir satış senedine dayalı olarak uyuşmazlık konusu taşınmazların N.A."nın kullanımında olduğunun tespit edildiğini ancak bu tespitin hatalı olduğunu iddia etmektedir. Başvurucuya göre kadastro sırasında esas alınan satış senedindeki imza sahte olup bu taşınmazlar kendisinin işgalinde bulunmaktadır. Başvurucu bu nedenle açtığı kadastro tespitine davasında da Adli Tıp Kurumu raporuyla imzanın sahte olduğunun belirlendiğini, ancak buna rağmen davanın reddedildiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

30. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu kullanım kadastrosu tespitine itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazların kullanıcısının kendisi olmasına karşın hatalı tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Genel İlkeler

32. Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa"yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa"da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

33. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).

34. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel kişilerin birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).

35. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).

36. Bireylerin Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu bireylerin haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce anayasal yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturup üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 40).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında, 6831 sayılı Orman Kanunu"nun 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Maliye Hazinesi adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiilî kullanım durumları dikkate alınarak kimler tarafından ve ne zamandan beri kullanıldığının, varsa üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesi suretiyle öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.

38. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun"un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit gördüğü ve mülkiyetinin Hazineye ait olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu husus taraflar arasında uyuşmazlık konusu da olmamıştır. Bu bakımdan başvurucu adına düzenlenen bir tapu kaydının bulunmadığı ve taşınmazın mülkiyetinin Hazineye ait bulunduğu tartışmasızdır (Benzer yönde bkz. Cüneyt Ali Turgut, B. No: 2013/8332, 10/3/2016, § 43).

39. Bununla birlikte 6292 sayılı Kanun"un 6. maddesine göre, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların tespit edilen kullanıcıları yönünden bu taşınmazları belirli bir bedel mukabilinde satın almak üzere hak sahibi sayılmaları öngörülmüştür. Dolayısıyla kişinin böyle bir taşınmazda kullanıcı olduğunun tespit edilmesi, anılan kanun çerçevesinde taşınmazı belirli koşullara bağlı olarak satın alma hakkı vermektedir.

40. Başvuru konusu olayda, başvurucu Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların kullanıcısının kendisi olduğu hâlde kadastro sırasında yanlış tespit edildiği iddiasıyla kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Mahkeme ise taşınmazın başında keşif yapmış, keşif sırasında tarafların tanıklarını ve mahalli bilirkişileri dinlemiş, kadastro ve ziraat uzmanı teknik bilirkişilerden raporlar almıştır. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazların kullanıcısı olduğunu kanıtlamayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ve karar düzeltme istemleri de aynı gerekçelerle Yargıtayca reddedilmiştir.

41. Öncelikle mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği, yargılamanın duruşmalı olarak görüldüğü, başvurucuya itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır.

42. Başvurucu kadastro tespitinde esas alınan satış senedinin sahte olduğunu ileri sürmüş, Mahkeme de aldırdığı Adli Tıp Kurumu raporuna göre bu senedin sahte olduğunun kanıtlandığını kabul etmiştir. Ancak Mahkeme, davanın kullanıcı tespitine ilişkin olduğunu belirterek kullanım kadastrosu öncesi fiilî durumu esas alarak sonuca varmıştır.

43. Belirtmek gerekir ki, 3402 sayılı Kanun"un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre orman niteliğindeki taşınmazların zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olay bakımından zilyetliğe dayalı olarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinmeye ilişkin kuralların uygulanmasının söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında da Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların fiilî kullanım durumlarına göre tespitin yapılacağı belirtilmiştir. Mahkeme de davanın reddini, bir davacı tanığının da aralarında olduğu tarafların tanıkları ve mahalli bilirkişi beyanlarına göre kullanım kadastrosu öncesi taşınmazların fiilî kullanıcısının davalı olduğunu, başvurucunun ise kullanıcı olduğunu kanıtlayamadığı gerekçesine dayandırmaktadır.

44. Benzer davalar bakımından Yargıtay, 3402 sayılı Kanun"un ek 4. maddesindeki düzenleme karşısında bu tür davalarda 3402 sayılı Kanun"un 14. maddesinde öngörülen mülkiyetin kazanılmasına ilişkin koşulların varlığının aranmayacağı görüşündedir. Yargıtay kararlarında, gayrimenkul hukukunda kullanıma ilişkin olarak “zilyetlik” kavramı kullanılmakta iken ek 4. maddede “fiilî kullanım” kavramının kullanıldığı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamasında fiilî kullanımın, ekonomik amaca uygun bir kullanım olması gerektiği ve en azından taşınmaz üzerinde fiilî hâkimiyet sağlamaya yetecek bir süredeki zilyetliğin yeterli olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay kararlarında, kullanım kadastrosunun amacı; 2/B sahalarını, fiilî kullanım durumlarını dikkate alarak parsellere ayırmak ve bu taşınmazları Hazine adına tescil ederken taşınmazlar üzerinde tespit günü itibariyle fiilî kullanımı bulunanları ve muhdesatları tespit ederek tapunun beyanlar hanesinde göstermek olarak açıklanmıştır (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 8/11/2016 tarihli ve E.2016/14023, K.2016/8832 sayılı ile aynı Dairenin 29/3/2016 tarihli ve E.2015/8945, K.2016/3462 sayılı kararları).

45. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz.

46. Sonuç olarak orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olup kadastro mahkemesinde görülen yargılamada başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazların fiilî kullanıcısı olduğunu kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından ilgili hukuk kuralları ve benzeri içtihatlar gözetildiğinde derece mahkemelerinin kararlarının açıkça keyfî olduğu veya bariz takdir hatası içerdiği de tespit edilememiştir. Dolayısıyla somut başvuru açısından, yeterli bir hukuki temele dayalı olmadığından başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkü veya en azından mülkiyeti elde etme yönünde bir meşru beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi benzer başvurularda da aynı sonuca varmıştır (karşılaştırma için bkz. Cüneyt Ali Turgut, §§ 24-52).

47. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

48. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

52. Başvuruya konu dava, Maliye Hazinesi adına orman sınırları dışına çıkarılan anılan taşınmazların "kullanıcılarının belirlenmesine" ilişkin kadastro tespitine itiraz hakkındadır. Nitekim Mahkeme kararı ve gerekçesi ile Yargıtayın onama ve karar düzeltme ilamları incelendiğinde de; uyuşmazlığın, taşınmazın sadece "fiili kullanım durumunun" tespiti ile sınırlı olarak irdelendiği görülmektedir (bkz. §§ 13-14). Dolayısıyla belirtilen mahiyeti itibarıyla somut davanın, karmaşıklıktan uzak olduğu açıktır. Yargılama süresince duruşmaların on iki oturum boyunca sürdüğü görülmektedir. Mahkeme, köy satış senedinde sahtecilik iddiasına ilişkin olarak Adli Tıp Kurumundan imza karşılaştırması raporu aldırmıştır. Bu süreç ise, 26/1/2011 tarihli üçüncü oturumdan 19/6/2013 tarihli on birinci oturuma kadar yaklaşık iki yıl beş ayda sonuçlanabilmiştir. Mahkeme, ancak bu süreç tamamlandıktan sonra 11/10/2013 tarihinde teknik bilirkişiler ile birlikte uyuşmazlık konusu taşınmazların başında keşif icra etmiş, mahalli bilirkişileri, tespit bilirkişilerini ve taraf tanıklarını dinlemiştir. Bununla birlikte, yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, söz konusu satış senedi ile adli tıp raporuna itibar edilemeyeceğini gerekçeleriyle açıklamıştır (bkz. §§ 13). Zira Mahkemeye göre, dava yalnızca "fiili kullanım durumunun" tespitine ilişkin olduğundan, bu delillerin varılan sonuca etkisi bulunmamaktadır. Sonuç olarak Mahkemenin, yapılan keşif, keşifte dinlenen mahalli bilirkişiler, tespit bilirkişileri ve tanık beyanlarını esas alarak hüküm kurduğu, Yargıtayın da yine bu delilleri dikkate alarak hükmü onadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, yargılamanın uzamasında en önemli etken olan adli tıp raporunun aldırılmasının gerekli olmadığı derece mahkemelerince de kabul edilmiştir. Diğer taraftan, başvurucu adına vekili, yapılan bütün keşif ve duruşmalara katılmış olup, başvurucunun yargılamanın uzamasına etki edecek bir kusurunun bulunduğu ise tespit edilememiştir.

53. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 4 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

54. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …”

56. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden maddi ve adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden ise manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

57. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

58. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer tazminat taleplerinin ise reddine karar verilmesi gerekir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Kandıra Kadastro Mahkemesine (E.2010/26, K.2013/166) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


Avukat Web Sitesi